R-S-Ş-T (41)
Tahir Paker ve Burhan Paker müzik dünyasında iz bırakan gururlarımızdan olan Adanalı iki kardeş,,, Tahir Paker söz yazarı, besteleri de var. Burhan Paker de, şarkılarının güftelerini de kendisi yazan tanınmış bir neyzen - bestekâr.
Tahir Paker”i birkaç ay önce 13 Şubat 2016´da kaybettik ne yazık ki. “Mutlu Ol Yeter”, “Yalan”, “Bir Kulum İşte”, “Yalnızım Dostlar”, “Topraklara Gömeceğim” ve “Vur Gitsin Beni” gibi İbrahim Tatlıses”in yorumuyla anımsayabileceğiz, Burhan Bayer ağırlıklı güzel bestelerin sözlerini yazmış Tahir Paker. Tahir Paker aynı zamanda Müslüm Gürses´in seslendirdiği “Güle Güle Git”, “Seneler”, “Bu İnsanlar” ve “Acılı Sevda” gibi şarkı sözlerine de imza atmış. Bunların dışında, yazdığı daha birçok şarkı sözü var rahmetli Tahir Paker”in.
Burhan Paker ise bir nefesli çalgılar uzmanı… Müzik uğruna hukuk okumayı tepen iyi bir müzisyen… Plak döneminin ve ünlülerin konserlerine kadar profesyonel geçmişi var. Ayrıca Adana Belediye Konservatuvarı´ndan Çukurova Üniversitesi´ne kadar da yıllarca çalışmalar içinde bulunan bir öğretim görevlisi. Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü´nden emekli olana kadar ise yüzlerce neyzen yetiştirmiş ve hâlen de yetiştirmeye devam ettiğini görüyoruz Burhan Paker´in. Bir de özellikle sanat tekniği yönünden ney yapımına yönelmesi dikkat çekiyor.
Son zamanlarda tasavvufun da etkisiyle, terapi müziği diye tanımladığı enstrümantel müziğe yönelen Burhan Paker”in 50 kadar bestesinden biri olarak “Sevenler Anlar” (Yürüyorum Sokaklarda) adlı Müslüm Gürses´in okuduğu çok güzel bir şarkısı da var. Müslüm Gürses için 25 kadar da beste hazırlayan Burhan Peker, Müslüm Gürses öldükten sonra bu şarkıları kimseye vermemiş. Bu konuda çok seçici yani. İbrahim Tatlıses okumak istemiş ama onun da son durumu ortada sonuçta… Her şarkıcının bu şarkıları okuyamayacağını dile getiren Burhan Paker´in bu şarkıları Mine Koşan ve Kibariye gibi ses sanatçıları tarafından okunmayı bekliyor.
Turan Engin,(d. 1938,İstanbul - ö. 23 Temmuz 2006, İstanbul).
1938 yılında İstanbul'da Erzincan'lı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İstanbul'da dünyaya gelmesine rağmen ailesi sayesinde yöresinin kültürel özelliklerini de öğrenerek yetişmiştir. 1955 yılında çalışma hayatına atılan sanatçı, aynı zamanda yaşadığı yakın çevresinde bulunan "Divriğililer Hanı" na uğrayarak burada Aşık Davut Sulari, Aşık Daimi gibi önemli Halk Müziği ustalarını tanıyabilme şansına erişmiştir. Sanatçı bağlama çalmayı Murat Koç ve Ali Ekber Çiçek'ten öğrenmiştir.
1957 yılında Sâdi Yâver Ataman ile tanışan sanatçı, Sâdi Yâver Ataman ile birlikte Halk Müziği ile ilgili çalışmalarını "Bağlamada Tezene Farklılıkları" konusu ile devam ettirdi. Sâdi Yâver Ataman'in teşviki ile ilk önce "İstanbul Belediyesi Folklor Tatbikat Topluluğu" çalışmalarına katıldı. Bu çalışma kapsamı içerisinde "İstanbul Radyosu"'nda yayınlanan "Memleket Havaları Ses ve Saz Birliği" programlarına katılmıştır.1959 yılında radyoda gerçekleştirilen sınavı geçerek "Yöre Sanatçısı" ünvanı ile çalıp okuma, 1961 yılında ise Muzaffer Sarısözen'in başkanlık ettiği bir sınavı kazanarak "Yurttan Sesler" kadrosu içerisinde çalışma hakkı kazanmıştır. Sanatçı yine hocalarının teşvik ve desteği ile 1967 yılından itibaren "Yurttan Sesler" topluluğunda kadrolu sanatçı olarak çalışmalarına devam etmiştir.
Turan Engin sahip olduğu bas-bariton sesi, uzun havalar, deyişler ve semahları söylerken sergilemiş olduğu usta icrasıyla dikkatleri çekmiştir. 45 yılı aşkın sanat yaşamı içerisinde gerek solist olarak katıldığı çalışmalar gerekse yapmış olduğu derlemeler ile Türk Halk Müziğine önemli katkılarda bulunmuştur. Sanat yaşamı boyunca 4 adet 45'lik plak ve 3 adet kaset çalışması gerçekleştirmiştir.
Turan Engin uzun yıllar emek verdiği İstanbul Radyosu'ndan 2002 yılında emekli olmuştur. Sanatçı emekli olduktan sonra da radyo ve televizyon programlarında çalışmalarını büyük bir özenle sürdürmeye devam etmiştir.
23 Temmuz 2006 yılında yaşamını yitiren sanatçı Türk Halk Müziği alanında unutulmaz ustalar arasında yerini almıştır.
Tanju Okan (d. 27 Ağustos 1938, Tire,İzmir - ö. 23 Mayıs 1996, İzmir)
Türk şarkıcı, müzisyen ve sinema oyuncusuydu ve çok güçlü bir sese sahipti.
İlköğrenimini Manisa'da, lise öğrenimini Balıkesir'de tamamladı. Daha sonra İtalya'da şan eğitimini alarak Türkiye'ye döndü. İlk önce, 1961'de, Ankara'da profesyonel müzik hayatına başlasa da bir yıl sonra İstanbul'a döndü. 1964'te Milli Orkestra'yla (Erol Büyükburç ve Tülay German ile bu sırada tanışmıştır) Balkan Müzik Festivali'ne katıldı. 1964'te 'İbibikler Öter Ötmez Ordayım' isimli ilk plağı Sahibinin Sesi firmasından yayımlandı. Bu sırada Nur Erbay'la hayatını birleştirdi, Tansu ismini verdikleri bir oğulları dünyaya geldi. Bu evlilik yaklaşık 8 ay sürdü.
1960`ların sonundan itibaren Ş.Akannaç ve Nino Varon`un yazdığı Hasret (1970), Tuğrul Dağcı`nın yazdığı Koy Koy Koy (1972), Mehmet Teoman`un yazdığı Kadınım (1974), Güzin Gürman'ın yazdığı Öyle Sarhoş Olsam ki (1972) parçalarıyla geniş kitlelerce tanınır oldu. Bütün Şarkılarım albümü 1975'te çıktı. İkinci evliliği de 1976`da gerçekleşti, 14 ay sürdü. 1980'de 'Yorgunum' albümü Kent firmasından piyasaya çıktı. 1995'te Marş Müzik'ten çıkan 'İşte Tanju Okan 95' son albümü oldu.
Siroz hastalığına yakalanan Tanju Okan, 1995'te İzmir'in Urla ilçesine yerleşti. Kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Vasiyeti üzerine Urla`daki İskele Kabristan`ına gömüldü. Bu ilçede bir Tanju Okan Parkı ve Tanju Okan Heykeli bulunmaktadır.
45'likler
İbibikler Öter Ötmez Oradayım
Kundurama Kum Doldu (Sahibinin Sesi Plak)
İki Yabancı / Sarhoş
Kadınım (Diskotür Plak)
Kemancı (Gönül Plak)
Hasret / Ah Bir Zengin Olsam (Yonca Plak)
Parkta Yatıyorum / Çocukluğum (Philips)
Şerefe / Aşkı Bulacaksın
Ayyaş / Var Mısın İçelim
Yıldönümü / Deli Gibi Sevdim
Başlık Parası / Gelme Ölüm
Gülünce Gözlerinin içi gülüyor
Ölümünden sonra da Odeon Plak`tan Bir Zamanlar, Best Of Tanju Okan ismiyle iki albüm çıktı.
Filmleri
Cübbeli Gelin, (1964)
Şekerli Misin Vay Vay, (1965)
Yalancının Mumu, (1965)
Fakir Bir Kız Sevdim, (1966)
Aşkın Kanunu, (1966)
İçimdeki Alev, (1966)
Berduş Kız, (1970)
Ah Bir Zengin Olsam, (1971)
Cımbız Ali, (1971)
Kaynanam Kudurdu, (1973)
Şiribim Şiribom, (1974)
Ne Haber, (1976)
Gazap Rüzgarı, (1982)
Taner Şener (1941 / 30.08.1993)
1941 yılında Ankarada doğdu.Sanat hayatına tiyatro ile başladı.1950’de Ankara radyosu çocuk saati programlarında mikrofonla,aynı yıl devlet tiyatrosu çocuk bölümünde sahne ile tanıştı.Ses sanatçılığının yanı sıra beste ve güfte çalışmaları da yapmıştır
1961 yılında Ankara Radyosu’na girerek profesyonel müzik hayatına başlayan Şener’in 100’ü aşkın şiirinden 30’u, bugüne kadar çeşitli sanatçılar tarafından bestelendi.
Eserleri
Göze mi Geldik
Bir İhtimal Daha Var
Elbet Bir Gün Buluşacağız
Öyle Yeşil Gözleri Vardı
Zambak Zamanı
Bunca Güzel İçinde Birisi Var ki
Sen Geldiğin Zaman Mevsim İlk Bahardı
Bir Dünya Yarattım
Bir Çift Sevdalı Bakışın
Sakın Dönme Geriye
Öyle Yeşil Gözleri Vardı
Şükrü Tunar, ( 1907 / 1962 )
Şükrü Tunar, 1907 yılında Edremit'te dünyaya geldi. Klarnet virtüozü ve bestekardır. Şarkı formunda besteleri vardır. Devrin ünlü şarkıcılarına eşlik etmiştir. 1962 yılında gazino sahnesinde Zeki Müren'in programı esnasında kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Sol klarnet icracıları arasında idol olarak görülmektedir.
Hasan adlı bir işçinin oğludur. Ailesi içinde musikiyle uğraşan hiç kimse olmadığı halde musiki yeteneği pek küçük yaşlarındayken ortaya çıktı. İlkokul çağındaki Şükrü, eline geçen bir teneke düdük ile şarkılar, türküler çalmaya başladı. 1. Dünya Savaşı yıllarında Edremit'e gelen bir bando takımında klarnet çalan bir asker gördükten sonra klarnete heves etti.
On üç yaşındayken elde ettiği klarnetle musikiye başladı. Ancak, o yıllarda babası ile üç amcası da askere alınmıştı. Genç Şükrü ailesinin bütün geçim yükünü üstlenmek zorunda kalınca musiki dışında pek çok işe girip çıktı. 1921 yılında ailesiyle birlikte Edremit'ten İzmir'e göç etti. İzmir Musiki Cemiyeti'ne girdi ve ilk ciddi musiki bilgilerini bu cemiyette öğrendi.
İki yıl sonra İstanbul'a geldi, Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne girdi ve iki yıl bu cemiyetin çalışmalarına katıldı. İstanbul'da besteci Muallim Kazım Bey'le (Uz) tanıştı; kendisinden makam, usul, nazariyat dersleri alarak genel musiki bilgisini ilerletti. Ama hiç kimseden klarnet dersi almadan sazında kendi kendini yetiştirdi.
Nota bilgisini de kendi çabalarıyla geliştirdi. Kazım Uz'un aracılığıyla mehter takımına girdi. Uzun yıllar İstanbul ve Ankara radyolarında, saz salonlarında, gazinolarda klarnet çaldı, plaklar doldurdu. 15 Temmuz 1962 tarihinde Cumhuriyet Gazinosu'nda Zeki Müren'e eşlik ederken geçirdiği bir kalp krizi sonucu sahnede öldü.
Şükrü Tunar, Türk musikisinde klarnet denilince akla ilk gelen musikicidir. Çok sağlam, güçlü bir tekniği vardır. Tekniği de, üslubu da tamamıyla kendine özgüdür. Klarnetten son derece parlak, bir anda kulağı okşayan, çok güzel sesler çıkarırdı. Perde baskıları kusursuzdu. Sazının da gerektirdiği gibi, Tunar ritm duygusu çok yüksek bir sanatçıydı.
Üstün tekniği ve musiki seviyesiyle daima aranan bir icracıydı. Musiki zevkiyle fasıllardaki, taksimlerindeki, oyun havalarındaki ve soliste eşlik ederkenki üslubu, tavrı, süslemeleri birbirinden farklıydı. Özellikle zeybek, çiftetelli, sirto, longa, karşılama gibi oyun havalarındaki üstadlığı erişilmez seviyedeydi. Taksimleri de çok güzeldir. Türk musikisinde saksofonu da çok güzel çalardı.
Hiç şüphesiz, Şükrü Tunar benzersiz klarnetiyle musikide silinmez bir iz bırakmış, unutulmaz bir klarnet üstadıdır. Tunar bestekarlıkla da uğraşmıştır. Bazı şarkıları piyasada sık sık okunmuştur. Kürdilihicazkar "Gözü ceylan gözüdür, bakışı mestanedir", Hüzzam "Ay öperken suların göğsünü, sahilde yıkan", Hüseynî "Geçti sevdalarla ömrüm ihtiyar oldum bugün" güfteli şarkıları güzel eserlerdir. Bir peşrev ile iki saz semaisi ve birkaç güzel oyun havası da bestelemiştir. Ancak, onu musikide unutulmaz kılan yanı icracılığıdır.
Bülent Aksoy
Şükrü Tunar'ı tam otuz sene evvel tanıdım. Büyük istidadın ta o zamandan bizlere ümit verdiğini anlamıştım. Zaman bizi yanıltmadı. Musiki hayatımda iki meşhur klarneti, Şeref ve Ramazan Efendileri gayet yakından tanıdım. Bunlar da değerli sanatkarlar olmakla beraber, Şükrü'nün yerinin kolay dolmayacağına bugün tekrar iman ediyorum. Bu uzun arkadaşlık devrimiz birçok hatırayla doludur. Halim selim ahlakı ile gönlümde açışı bitmeyecek derin bir iz bırakmıştır. Kendisini her zaman rahmetle anmaktayım.
Hakkı Derman
Beyefendi idi. Kimseyi gücendirmez, kırmaz, nazik, hassas insandı. Kendisini herkese sevdirmişti. Temiz giyinmeye meraklıydı. Şükrü Tunar'ı iki yönden tetkik etmek lazımdır: Bestekarlığı ve icrakarlığı. Eserleri daima sevilmiş, tutulmuş, dinlenmiştir.
Onun ismini ilelebet yaşatacak çapta olanlar çoktur, icrakarlığına gelince, tam manasıyla sazını yenmiş, sanatın zirvesine çıkmıştı. Tek kelime ile harika idi. Fasılda başka, oyun havası çalarken başka üflerdi, bir soliste refakati ise daha başkaydı. O, her kalıba girmesini bilirdi. Elli kişilik fasıl heyetinde onun klarneti hemen belli olurdu. Asla yeri doldurulamayacak ve eşi gelmeyecek bir sanatkardı.
Hilmi Rit
Eş, dost ve tanıdıkları soruyorlar:
- Şükrü Tunar hakkında yazmayacak mısınız?
- Yazmaz olur muyum? Bütün hayatı boyunca Türk musikisine hizmet eden ve son zamanın en büyük klarnet üstadı olan bu zattan bahsetmemek mümkün mü? Onu mukaddes hizmetinden ancak ölüm ayırabildi ve son nefesini de sazına üfleyerek hayata gözlerini yumdu.
Senelerden beri onun hüznünü, neş'esini söyleyen klarneti artık bir daha konuşmayacak. Bundan sonra bu saz ruhu gitmiş bir tahta parçasından başka bir şey değil. Sazının mandalları gümüş, anahtarları altınmış, kaç para eder, onun en yüksek ayarlı altını çalanın parmakları idi. O Türk musikisine her şeyini verdi, musiki de ona geniş bir sahavetle mukabele etti.
Refi Cevat Ulunay
Yeri dolmayacak çok büyük bir san'atkardı. Onu çocuk yaşımda Bursa'da tanımıştım. Boğaziçi Lisesi son sınıf talebesi iken bir gün beni mektepten alıp Sahibinin Sesi plak şirketine götürmüştü. "Muhabbet Kuşu"isimli eseri ilk plağımdır. Efendi ve ağırbaşlı insandı. Sessizdi, içine kapalı bir hali vardı. Yıllarca sahnede, hemen yanımda şarkılarımı şahane klarneti ile süsledi.
Konserlerimde beni coşturmak için elinden geleni yapardı. Hususi hayatında da, konuşmaktan çok dinlemesini seven durgun bir hali vardı. Seyahatlerimizde bir baba, bir ağabey gibi müşfikti. Ve bir akşam... Sahneye çıkışımdan iki dakika sonra kürdilihicazkar peşrevinin sonuna doğru sol koluma yaslanıp düştü, ruhunu teslim etti. Yılların klarnet üstadı mabedi olan sahnede can vermişti. Yeri dolmayan büyük san'atkarı kaybetmiştik.
Zeki Müren
Şükrü Tunar ayağının parmağından basının olmayan saçına kadar, duygu yüklü bir insandı. Klarnetten izahı güç derecede sağlam Türk musikisi perdelerini sağlayan ses çıkarırdı. Üslubu çok güzeldi ve klarneti şamata yapmadan çalardı. Çok yumuşak ve gönül okşayan seslerle sazını çalabilen bir sanatkardı. Bu konuda öylesine başarılıydı ki, bu üslubu ile kendisinden klasik musikimizde bile istifade etmek mümkündü.
Şükrü Tunar'da insan yaradılışında nadiren görülen bazı vasıflar vardı. Sazını kullanmaya başladığında resmen rengi değişirdi. Adeta beti benzi atar, duygudan sapsarı olurdu. Taksim ederken gözlerim yumar, sanki bir başka aleme giderdi. Her taksimi bir diğerini geride bırakacak kadar güzel olurdu. Ben klarnette Şeref'i, Ramazan'ı da dinledim, ama Şükrü Tunar'ın yeri bir başkadır. Rahmetli Mes'ud Cemil, Şükrü Tunar için: "Al bu adamı klasik koroya oturt!" derdi.
Mes'ud Cemil
1927 yılında Yeni Postane üzerinde, "Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi" adı ile İlk istanbul Radyosu kurulmuştu. Bu teşekkülün müdürü de, muavini de, muhasebecisi de, her şeyi bendim. Radyoya intisap etmek isteyenler de bana geliyorlardı. Bir gün asker elbiseli, fakir görünüşlü, hasta halli, çelimsiz bir delikanlı geldi.
- Efendim, dedi, Acaba radyoda arada sırada bana bir iş verebilir misiniz?
- Oğlum, dedim, elinden ne gelir?
- Ben klarnet çalarım.
- Başka bir sanatın yok mu?
-Var efendim, ben Kadıköy'ünde sobacılık ederim.
-Sazın yanındamı?
- Yanımda efendim.
-O halde dinleyelim.
Ceketinin iç cebinden klarnet parçalarım çıkardı, birbirlerine geçirdi. Klarnetin bazı mandallarının yayları bozulmuş olacak ki, lastikle tutturmuştu. Evvela kabadan bir "uşşak" gezindi. Derhal dikkatimi çekti. Sanat kıymetini anladık.
- Otur! dedim. Oturdu. Bağdat'ın tamire muhtaç olduğunu hissettiğim için hademe ile bir 29'lukla biraz peynir, pastırma ve taze ekmek aldırdım, yedirdim, içirdim.
- Türk musikişinasları içinde en çok kimi seversin?
- Cemil Bey'i severim efendim.
- Nereden tanırsın?
- Plaklarından tanırım.
- O halde bana bir hicazkar taksim eder misin?
Sırf hicazkar olarak mükemmel taksim etti. Bir de harikulade bir sanat inceliği göstererek tavır itibariyle merhum pederimi hatırlatacak eda ile nağme oyunları yaptı ve hiçbir zaman o üslubun dışına çıkmadı. Hayran oldum. Bir iki 29'luk daha aldırıldı. Delikanlı coştu, sanki elindeki klarnete temessül etmiş gibi idi. O gün klarnetle ney hüviyeti bir rast taksim etti ki, şimdiye kadar bunu hiçbir klarnette görmemiştim.
Sazını istediği gibi söylettiriyordu, piyasa tavrında da harikalar yaratıyordu, hele çiftetellilerde, oyun havalarında görülmemiş bir çalakı vardı. O gün mülakatımız bir imtihan değil, bende unutulmaz bir hatıradır.
O gün Şükrü Tunar'ı her seans için 175 kuruşa angaje ettik. Sanatkar günden güne inkişaf etti, meşhur oldu, şöhret servet getirdi. Fakat hiçbir zaman şımarmadı. Daima terbiyeli, daima nazik ve daima mütavazı kaldı.
Klarnet üzerindeki teknik hakimiyeti arttı, onda alaturka musikide hiç kimsenin elde edemiyeceği bir hüner vardı. Fakat ben -açık söyleyeyim- o zamanki safiyetinin taze ve temiz havasını o genç musikişinasın çalışındaki başkalığı daima aradım.
Şükran Ay (d. 25 Şubat 1931 - ö. 23 Kasım 2011),
Türk sanat müziği sanatçısı.Şükran Ay; Üsküdar Taşmektep'te okudu, sesi de bu yıllarda keşfedildi. İlk müzik derslerini Necati Başara'dan alan Şükran Ay, Eminönü Halkevi'nde Sadi Yeter Ataman'ın kurduğu kadroya katılıp radyo sınavlarına girdi ve kazandı.Bu arada Üsküdar Mûsikî Cemiyeti'ne devam etti. Sanat hayatına Kazablanka, Maksim, Çakıl gibi büyük gazinolarda; Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi sanatçılarla birlikte sahne alarak başladı. Türk sanat müziğinde klasik olmuş İntizar, Sevemedim Karagözlüm adlı eserlere kattığı farklı yorumla beğeni kazandı.
Pankreas kanseri nedeniyle 23 Kasım 2011 tarihinde yaşamını yitirdi ve cenazesi ertesi gün Fatih Camîi'nde kılınan cenaze namazının ardından Topkapı Çamlık Mezarlığı'na defnedildi. Türk sanat müziğinin 1970'li yıllardaki divalarından olan Şükran Ay, aynı zamanda gazeteci Savaş Ay'ın annesidir.
Şerif İçli (d. 20 Aralık 1899, Beşiktaş - ö. 3 Şubat 1956, İstanbul)
Şerif İçli, 20 Aralık 1899 tarihinde Beşiktaşta doğdu. Hacı Ahmed Efendi ile Şöhret Hanım’ın oğludur. Mahallesindeki ilkokulu bitirdikten sonra orta öğrenimini Beşiktaştaki Aftab-ı Maarif Rüştiyesi’nde tamamladı;yüksek öğrenime devam etmedi.Çocukluğu Ortabahçede geçmiştir. Askerliğini Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra Ankarada yaptı. Terhisinden sonra İktisat Vekâleti’nde arşiv memurluğuna tayin edildi. Bir yandan da bir saz salonunda Ud çalıyordu. Bu nedenle memuriyetten ayrılmak zorunda kaldı. Şerif İçli için bu yıllar çeşitli maddî sıkıntılarla geçmiştir. Musiki ile uğraşmanın geçimini sağlamadığını görünce, bazı dost ve arkadaşlarının aracılığı ile, yeniden aynı bakanlıkta başka bir göreve getirildi.
Bir Ud sanatkârı olarak sanatsever ve kültürlü çevrelerde aranıyor, zaman zaman Çankaya Köşküne çağrılıyordu. 1938 yılında Ankara Radyosu yayın hayatına başlamış, tanınmış bir sanatkâr grubu bu kuruluşta toplanmıştı. Şerif İçli de bu yıllarda Kaşeli Sanatkârolarak radyoevinde çalıştı. O zamanki yasaların çıkardığı engeller dolayısıyla yayınlarda Eşref Kadri takma adını kullandı. Yirmi bir yıllık memuriyet hayatından sonra 1946 yılında Hakkı Derman, Mefharet Yıldırım, Mustafa Çağlarla birlikte istifa ederek Maksim Gazinosunda çalışmak üzere İstanbula nakletti. Sanat hayatını bundan sonra bestekârlık, plâk çalışmaları, gazino sanatkârı olarak sürdürdü;özel dersler verdi.
Hakkı derman, Şükrü Tunar gibi her biri kendi alanında sazının hakimi olmuş sanatkârlarla aynı sanat anlayışı içinde, hâlâ hafızalardan silinmemiş olan çok güzel icra örnekleri verdi. İstanbul Radyosu’nun açılışından sonra programlara katıldı. Son yıllarında şeker hastalığı ve damar sertliğinden tedavi altındaydı. 1956 yılının şubat ayının üçüncü günü, bir programa geç kaldığı için, radyoevinin yakınında bulunan evinden acele ile yürüyerek gelmiş ve provaya katılmıştı. Bu sırada fenalaşarak arkadaşlarının kolları arasında hayata gözlerini yumdu. Ertesi günü kalabalık bir cemaatle kaldırılan cenazesi Feriköy mezarlığında toprağa verildi.
Musikiye çok küçük yaşlarında heves etti. İlk musiki çalışmalarına on sekiz yaşında iken Nakiye Hanımdan ders alarak başladı. Yine aynı yıllarda Ud çalmaya uğraşıyordu. Neyzen İhsan Beyin kurduğu Beşiktaş Musiki Kulübüne 1921 yılında girdi ve Hakkı Dermanla bu sıralarda tanıştı. Bir ömür boyu sürecek olan sanat arkadaşlığının temeli böylece atılmış oldu. İhsan Bey’in gayreti ile musikimizin pratik ve teorik yönlerine ait geniş bilgi elde etti. Musiki dünyasında ilerlemesi ve tanınması hızlı olmuştur.
Bestekârlığa 1924 yılında başladı. İlk eseri Gelmeseydin âleme, görmeseydim ben seni güfteli Uşşak şarkısıdır. İkinci eserini Saba makamından besteledi. Sözleri Pür zemzeme bir beste-i ziruh-i emelsinolan bu şarkının sözlerini, Neydin güzelim sen, güzelim dün gece neydin ? olarak değiştirmiştir. Fakat onun asıl ününü temin eden, 1927 yılında Süleyman Nazifin Derdimi ummana döktüm , asumana inledim mısraı ile başlayan şiirine yapmış olduğu Ağır Aksak usulündeki Hicaz şarkısıdır. Daha sonra verimli bir bestekâr olarak güzel eserler besteledi. Eserlerinin çoğu , zamanının ses sanatkârları tarafından plâklara okundu;halk arasında çok tutundu. Kendine has, duygulu ve tekniği sağlam eserler yaptı. Eserlerinde özellikle prozodi hatası yapmaması ile dikkati çeker.
İcrakar olarak Nevres Bey, Refik Talat Bey, Şerif Muhiddin Targan gibi teknik bir saz olmamakla beraber, eşlik etmedeki ustalığı, temiz icrası ile tanınmış bir Udî idi. Çok güzel fasıl çaldığını herkes kabul eder. Aynı zamanda iyi bir hanende olduğundan fasıllara sesi ile katılırdı. Uzun yıllar emek vererek vücuda getirdiği nota koleksiyonunu, ölümünden sonra Ankara Radyosu satın aldı. halen TRT Müzik Dairesi Başkanlığı arşivinde bulunmaktadır.
Şerif İçli, Sıdıka Hanımla evliydi. Bu eşinin ölümünden sonra 1945 yılında ikinci kez evlendi;dört çocuğu dünyaya geldi. Kızı Sadiye İçli de ses sanatkârlığı yapmıştır. Günümüz bestekârlarından Dr. Selahaddin İçli, Şerif İçli’nin yakın akrabasıdır.
Şerif Yüzbaşıoğlu (1932 İstanbul /19 Şubat 1981)
1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkçe pop müziğin ileri gelen isimlerindendi. 1944 yılında girdiği İstanbul Belediye Konservatuarından 1954 yılında mezun oldu.
Öğrenimi sırasında, Ömer Günteş, Ferdi Statzer, Raşit Abed vb. müzik öğretmenlerinden keman, piyano, obua, korangle, beste dersleri aldı. Okulu bitirdikten sonra aynı kurumda armoni öğretmenliğine başladı. 1959 -1961 yılları arasında Şehir Korosu şef yardımcılığı yaptı.
1961-1964 yılları arasında TRT İstanbul Radyosu Batı Müziği Yayınları şefliği, 1958-1967 yılları arasında İstanbul Belediye Konservatuvarı Çoksesli Sanat Kurulu üyeliği, 1964-1967 yılları arasında İstanbul Şehir Orkestrası şefliği yaptı.
1965 yılında Balkan Müzik Festivalinde “En iyi Orkestra” ödülünü aldı.
1966-1971 yılları arasında ve 1973-1976 yılları arasında iki dönem, Türkiye Müzisyenler Sendikası başkanlığı görevinde bulundu.
1970 yılında Şerif Yüzbaşıoğlu, Selçuk Başar, Attila Özdemiroğlu, Uğur Başar ve Garo Mafyan ile Asım Ekren‘i yanına alarak kendi adına kurduğu orkestrayı yönetti. Şenay Yüzbaşıoğlu‘nun da solist olarak yer aldığı bu orkestra, ilerde on sekiz kişilik kadrosuyla İstanbul Gelişim Orkestrası’na dönüştü. Daha sonra Şenay’ın orkestra partneri Neco oldu ve orkestraya Onno Tunç, Cengiz Teoman, Aşkın Arsunan, Atilla Şereftuğ, Erdal Kızılçay gibi müzisyenler katıldı. 1971’de orkestra şefi Şerif Yüzbaşıoğlu ve Şenay evlendi.
Bulgaristan, Yunanistan, Japonya, Belçika, vb. ülkelerde düzenlenen uluslararası hafif müzik yarışmalarında Türkiye’yi temsil etti.
Şerif Yüzbaşıoğlu, ikinci evliliğini 1971 yılının başlarında şarkıcı Şenay ile yaptı. Ölene kadar evlilikleri devam etti.
Şerif Yüzbaşıoğlu, 19 Şubat 1981 tarihinde İstanbul’da 49 yaşında geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat etti.
Şenay Yüzbaşıoğlu (1951, İstanbul - 4 Ocak 2013),
Türk pop müzik şarkıcısı ve söz yazarı. "Sev Kardeşim" ve "Hayat Bayram Olsa" şarkıları ile tanınmıştır.
Şenay müziğe profesyonel olarak, 1969'da Erkan Özerman'ın keşfi olarak onun Ankara'da açtığı ‘Anahtarlı Bulvar’ adlı bir gece kulubünde başlar. Dönemin en iddialısı olan bu kulüpte daha önce Dario Moreno, Tülay German, Ruhi Su, Doğan Canku, Esin Afşar ve Emel Sayın (pop şarkıcısı olarak) sahne almıştır. Şenay aynı yıl, daha sonra İstanbul Gelişim Orkestrası adını alacak Şerif Yüzbaşıoğlu, Salim Ağırbaş, Atilla Özdemiroğlu, Selçuk Başar, Uğur Başar, Garo Mafyan, Asım Ekren'den kurulu orkestranın İlhan Kayral'la birlikte iki solistinden biri olur. Daha sonra Şenay'ın orkestra partneri Neco oldu ve orkestraya Onno Tunç, Cengiz Teoman, Aşkın Arsunan, Atilla Şereftuğ, Erdal Kızılçay gibi müzisyenler katıldı. 1971'de orkestra şefi Şerif Yüzbaşıoğlu ve Şenay evlenir.
1971'de müziklerini basit bulduğu için pek gönüllü olmadan ama aranjmanların sözlerini de yazarak "Benim Olursan/Sev Kardeşim" adlı plağı doldurur. Plağın B yüzündeki "Sev Kardeşim" patlar, hem yılın şarkısı seçilir, hem de Şenay'a yılın şarkıcısı ödülünü getirir. 1972'de aynı ödülleri bu kez de "Hayat Bayram Olsa/Nen Var Canım Kardeşim?" ile alır. İki yıl içinde Türk popunun en ünlü kadın yıldızlarından biri olur. "Sev Kardeşim", "Hayat Bayram Olsa", "Beyaz Ülke", "Gerçek Nerde?", "Açıl Susam Açıl", "Ve Ağlıyorum", "Varlar Yoklar", "Dön Artık", "Sev Yeter ki", "Dünden Bugüne", "Sessiz Bir Yer" gibi pek çok hit 45'lik yapar. Dönemin pop müzik şarkıcılarının aksine, sözlerini kendi yazdiğı şarkılarında hümanist konulardan bahseder, daha aydın bir tavır takınır. Fiziksel görünümü de donemin alaturka, yırtmaçlı, ağır makyajlı popçularından farklıdır, punk havalı sürrealist bir görüntüsü vardır. Zaten gazinolarda çok az çalışır, genelde müzik hayatını plak ve konserlerle sürdürür ve magazinden uzak durur. Bülent Ecevit'in "Karaoğlan" lakabıyla büyük zafer kazandığı seçimlerden önce, mitinglerde Ecevit'ten önce sahne alır "Sev Kardeşim" ve "Hayat Bayram Olsa"yı söyler. Siyasi mitinglerde sahne alan ilk sanatçıdır. Bir dönem şarkı sözleri TRT tarafından solcu bulunur ve Selda Bağcan, Cem Karaca, Melike Demirağ, Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil gibi kara listeye alınır. Spilt, Spot, Apollonia, Altın Orfe, Atina, Yamaha, Tokyo gibi pop müzik festivallerine "Perhaps One Day", "Let In the Light" gibi şarkılarla katılır, aldığı 7 ödülle uluslararası festivallerde en çok ödül alan pop müzik şarkıcılarından biri olur. Türkiye'ye gelen bazı caz sanatçılarına vokal yapar. Günümüz kliplerinin ataları sayılacak şarkı üzerine kısa filmleri İzzet Öz, "Diskovizyon", "Sihirli Lamba" gibi televizyon programlarında ilk olarak Şenay ve Seyyal Taner için çeker. 1975'de ilk Eurovision Şarkı Yarışması elemelerine katılır ve sözlerini kendi yazdığı Selçuk Başar bestesi "Umut" adlı şarkıyla finale kalmayı başarır ama eşi Şerif Yüzbaşıoğlu jüride olduğu için, dedikodulara mahal vermemek için yarışmadan çekilir. Nilüfer'in seslendirdiği Nino Varon bestesi olarak katılan "Boşver" ise orijinal olmadığı iddia edilince Nilüfer tarafından yarışmadan çekilir.
1980'de Ajda Pekkan'ın Eurovision temsili için ısmarlanan ve Türkiye finalinde ikinci olan Şerif Yüzbaşıoğlu'nun hüseyni makamındaki bestesi "Olsam"ın demo kaydını o okur ve bu yorum Pekkan'ın yorumundan daha çok beğenilir. Rumuzla katılınan yarışmalarda, özellikle açık gırtlakla yorumladıkları şarkılardaki sesleri, sık sık popüler müziğin bir başka deha bestecisi Ergüder Yoldaş şarkılarıyla tanınan Nur Yoldaş'la karıştırılır. Uzun yıllar Şerif Yüzbaşıoğlu'nun aranjeleriyle Coco Cola'nın Türkiye cıngıllarını seslendirir, üç kez dünyada yılın Cola cıngılları değerlendirmesinde birinci olur. İlk albümünü İngilizce sözlü "Wish", "Who Are You?", "When Grass Is Gold" gibi şarkılarla Bulgaristan'da çıkarır. Türkiye'deki ilk ve tek albümü ise "Şenay" adıyla çıkar. "Honki Ponki", "Çirozname", "Dalkavuk", "Kent Yaşamı", "Şarkılar", "Doy Doy Doy Doymadım", "Bir Gün O Yok Diyecekler" gibi şarkılar yer alır. Funk ve disko tarzlarındaki plak yılın en çok satan plağı olur ve Şenay yine ön plana geçer. "Honki Ponki" İngilizce sözlerle Hollanda, Japonya, Belçika, Fransa, Almanya gibi ülkelerde, "Honky Ponky" ismiyle 45'lik olur ve Beyaz Kelebekler'in "Sen Gidince"sinden sonra Avrupa listelerine giren ikinci Türk plağı olur, üçüncüsü ise Barış Manço'nun "Nick the Chopper"ıdır. O dönemde Ajda Pekkan başta olmak üzere pek çok pop şarkıcısının Avrupa plakları hüsranla sonuçlanmıştır. Şenay ise iyi bir çıkış yakalayıp Aydın Esen, Harun Kolçak, Fatih Erkoç, Şenova Ülker, Levent Altındağ gibi müzisyenlerden oluşan Karma adlı bir orkestra kurup konserlere başlayacakken, 1981'de Türkiye'nin en önemli müzik adamlarından orkestra şefi, aranjör ve besteci Şerif Yüzbaşıoğlu'nu kaybeder. Bir daha toparlanamaz.
1981'de eski orkestra arkadaşı Selçuk Başar'ın ısrarıyla onun "Bigudi" adlı şarkısını seslendirir ve Eurovision'da finale kalır ama devam edemeyecegini açıklayıp şarkıyı Neco'ya devreder, sonuçta kadın şarkısı olduğu için "Bigudi"yi Füsun Önal seslendirir ve Türkiye ikincisi olur. 1982'de Aydın Esen'in zorlamasıyla onun Eurovision için hazırladığı "Müzikle Yaşam" isimli şarkıyı seslendirip finale kalır ama yine devam edemeyecegini belirtip çekilir, Aydın Esen de yarışmaya başka bir şarkıcıyla devam etmek istemediği için şarkısını yarışmadan çeker. 1984'de Almaya'da punk-rock Grand-Prix yarışması için aldığı bir teklifle yeniden harekete geçmeye karar verse de kendini toparlayıp dönüş yapamaz.
Aralıklarla caz şarkıcısı olarak birkaç kulüp çalışması yapar ama hem bir kadın olarak uğradığı tacizler, hem de üç kez ülkücülerin saldırısına uğraması eşini kaybettikten sonra bozulan psikolojik yapısını iyice ağırlaştırır. Ağır psikolojik sorunlar yaşar. Kendini her şeyden soyutlar ve "Sev Kardeşim" ve "Hayat Bayram Olsa" şarkıları her bayram çalınan bir kült olsa da kendisini herkese unutturmaya çalışır. 1993'de Aydın Esen, Erdal Kızılçay, Eser Taşkıran gibi müzisyenlerin desteğiyle Mevlana'nın şiirlerinin İngilizce çevirilerine fusion tarzıyla bir demo hazırlar. EMI İngiltere'den "ok" alan album, EMI Türkiye'nin başındaki Yeşil Giresunlu'nun engellemesiyle karşılaşır, bazı kulisler sonucu Kültür Bakanlığı da ekonomik desteğini çekince, Şenay yeniden kapanır ve kendini soyutlar. Popüler olduğu dönemde de pek sosyal bir karaktere sahip olmayan Şenay, kendini yazıya ve Salvador Dali etkisinde sürrealist yağlı boya resimlere verir. Şenay Yüzbaşıoğlu, 4 Ocak 2013'te, 62 yaşında, Gümüşsuyu'ndaki evinde vefat etti; Ayazağa Mezarlığı'na defnedildi. 1981 yılında ölen eşi Şerif Yüzbaşıoğlu'nun yanına gömülmek istiyordu ancak 'mezarın tapusu bulunamadığı' gerekçesiyle bu son isteği yerine getirilemedi.
Şemsi Yastıman (d.10 Temmuz 1923, Kırşehir - ö. 10 Temmuz 1994, Lapseki)
Türk Halk Müziği'ne kaynak kişi ve derleyici kimliği ile emeği geçmiş büyük halk sanatkârıdır. Asıl adı "Mehmet Galip Şemsettin" olan Şemsi Yastıman, "Şekerci Ahmed Ağa" ve "İlhamiye Hatun"un oğlu olarak dünyaya geldi. Saza ve söze ilgisi küçük yaşlarda başladı. O yıllarda Kırşehir ustalarından etkilendi. Ankara'da bulunduğu yıllarda "Yağcıoğlu Fehmi Efe" ve "Genç Osman"ın müzik meclislerine girerek kendini ve sazını geliştirdi. Sahneye çıkması da bu yıllara rastlar.
Bir süre İzmir'de yaşayan ve burada evlenen Şemsi Yastıman, daha sonra İstanbul'a yerleşti. Kısa sürede şöhreti artan ve gazinolarda çalışmaya başlayan Yastıman, dönemi içinde, basın-yayın organlarının en çok bahsettiği sanatçılardan biri oldu. Onlarca plak doldurdu ve pek çok kez Türkiye Radyoları'nın programlarına davet edildi.
Semsi Yastıman, özellikle halk müziği geleneğinin çalıp-söyleme tarzını benimsemiş bir halk sanatkârı olarak adından söz ettirdi. Âşıklık geleneğinin çeşitli türlerinde seslendirdiği eserlerle ve bilhassa dönemi içinde unutulmaya yüz tutmuş olan destan ve taşlamaları ile sevildi. Memleketi Kırşehir'in müzik potansiyelinin geniş kitlelere tanıtılmasına ön ayak oldu. Sanatçı kişiliği yanında, kendi adını taşıyan dükkânında saz dersleri vererek pek çok sanatçı yetiştirdi. (Hasan Cihat Örter, Serhan Yastıman) Türk halk müziği konusunda çeşitli kitaplar yayınlayarak kültür hayatına hizmetlerde bulundu.
Şemsi Yastıman, doğum gününde, yani 10 Temmuz da (1994) Lapseki emek tatil sitesinde hayata gözlerini yumdu. Naaşı kendi vasiyeti üzerine çok sevdiği Lapseki Adatepe köyüne defnedilmiştir.
En çok bilinen eseri, Kırşehir'e özlemini dile getiren "Memleket Hasreti" ve "Uzaylılar Hoşgeldiniz"dir.
Diğer...
Şekip Ayhan Özışık, (2 Şubat 1932 - 17 Nisan 1981)
Özışık,1932 tarihinde Nevşehir'de dünyaya geldi. Raşit ve Şaziye Özışık çiftinin oğlu olan sanatçı, daha altı yaşındayken müzik dersleri almaya başladı. Hatta ud çalmayı kendi başına öğrendi. 1942 yılında İstanbul'a gidip Haydarpaşa Lisesi'ni bitirdi. Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde Emin Ongan'la, İleri Türk Musikisi Konservetuarı'nda Laika Karabey'le ve Ankara Radyosu'nda İzzettin Ökte ile beraber çalıştı.
1958-1966 yılları arasındaki dönemde Ankara Radyosu'nda ve 1966-1981 yılları arasındaki dönemde İstanbul Radyosu'nda ud sanatçısı olarak çalışan Özışık, 1958 yılında ilk bestesi olan ve güftesi kendine ait "Belki bir sabah geleceksin" şarkısını Rast Makamı'nda besteledi. Ancak bundan önce bestelediği şarkıları da kayda değer bulmadığı için yaktı. Yesari Asım Arsoy ve Sadettin Kaynak gibi bestecilerden etkilenerek o dönemde piyasada olan şarkıları benimsedi. Şengül Özışık'la evlenip bu evlilikten Ayşen, Hakan ve Raşit adında üç çocuğu dünyaya getiren sanatçı; Ilgaz Benekay ve Ümit Mutlu gibi isimleri de yetiştirerek, Türk müzik tarihindeki saygın isimler arasında yer aldı.
Sanatçı, 17 Nisan 1981 tarihinde gırtlak kanseri tedavisi gördüğü sırada İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi'nde hayatını kaybetti.
Şecaattin Tanyerli, (d. 13 Ocak 1921 İstanbul - ö. 1 Aralık 1994 İstanbul)
seslendirdiği Türkçe tangolarla tanınan Türk yorumcu.
Şecaattin Tanyerli 13 Ocak 1921'de İstanbul, Teşvikiye'de doğdu. İlkokulu, Beşiktaş Esma Sultan İlkokulu'nda, orta ve lise tahsilini ise İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Lise yıllarında, Tino Rossi hayranı olan Tanyerli, müzik çalışmalarına Eminönü Halkevi'nde opera dersleri alarak başladı. Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Beyoğlu Halkevi'nde keman öğretmeni Goldenberg'den şan dersleri aldı.
- Dünya Savaşı sıralarında çalışmak zorunda kalan sanatçı, 1942 yılında Maksim Gazinosu'nda profesyonel sahne hayatına başladı. Almanca, Fransızca, İspanyolca ve Rumca tangoları da seslendiren Tanyerli 1943'de Ankara Yedeksubay Okulu'na gitti. 1946'da üsteğmen olarak mezun oldu. 1949'da Necdet Koyutürk'ün ünlü "Papatya " adlı tangosuyla ilk plağını yaptı. Aynı yıl İstanbul Radyosunda çalışmaya başladı. Yine aynı yıl Kamuran Hanımla hayatını birleştiren sanatçının 2 oğlu, 1 kızı, 6 torunu var.
45 yılı aşkın bir zaman kendini tangoya adayan Tanyerli 1 Aralık 1994 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. 44 yıl boyunca İstanbul Radyosunda 1000'i aşkın Türkçe sözlü tangoyu seslendiren sanatçı 30'u aşkın taş plak, 2 uzunçalar, 2 kaset, 40 kadar 45'lik plak ve 1 CD yaptı. 1971'de altın plak ödülü alan Tanyerli'nin seslendirdiği tangolardan bazıları şöyle: "Ayrılık" "Sensiz Kaldığım Geceler" "Sevdim Bir Genç Kadını' "Mazi" "Sana Nerden Gönül Verdim" "Papatya"
Seslendirdiği her tangonun kendisinde ayrı bir anısı olduğunu söyleyen sanatçı, tango dinlemenin ve bu dansı icra etmenin hayatı renklendirdiği düşüncesindeydi. Tanyerli, ailesi ve çevresiyle olan bağlarının güçlülüğünü de tangoya borçlu olduğunu her zaman söylemiştir.
Şadan Adanalı (Ocak 1924 / 28 Nisan 2002)
1941 yılında sahne ile tanışan ve ilk rolü figüranlık olan Şadan Adanalı 57 yıldır sahnelerde. Operet oyunculuğu ile başlayan sanat yaşamında sayısız başarılarda imzası olan Adanalı, yüreğinde hala ilk günün heyecanı, başarıdan başarıya koşuyor.Adana’da, okuma arzusu ile yanıp tutuşan bir çocuk. Okuma aşığı. Ortaokuldan sonra okuyabilmek için her yolu deneyen, ancak arzusuna bir türlü ulaşamayan delikanlı.Kader onun bir başka alanda, yine okuma ile ilgili bir alanda tanınmasına sebep oldu. O Şadan Adanalı. 1941’de Eskişehir’de Muhlis Sabahattin ile başlayan sanat ve sahne hayatında 57 yıldır hep gündemde. Onu kim tanımaz ki…
Bu Dünyanın Dört Bucağı Köhne Bir Meyhanedir…” sözleriyle başlayan gazeli, geçmişte olduğu gibi bugünlerde yine dillerde marş.1924 yılında doğan, doğduğu kenti, adını kendine soyadı almacasına seven Şadan Adanalı ilk ve orta okulu, berber olan babasının dükkanında çalışarak bitirmiş. Burada Şadan Adanalı’nın hayat öyküsüne onun sözleriyle bir paragraf açalım ve kendisini dinleyelim.
Orta okulun son senesinde babam, “oğlum ben üçünüzü okutamam” dedi. Bunun üzerine okulu bitirdikten sonra Milli Mensucat fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladım. Ama okumayı çok arzu ediyordum. Bir gün Son Posta gazetesinde bir ilan gördüm. Eskişehir’de orta okul mezunlarını kabul eden bir lise öğrenci alacakmış. Elektrik dalında teknik eleman yetiştireceklermiş. Okuma aşkı ile yanıp tutuşuyorum ve hemen kararımı verdim. Okuyla başvuracaktım. Biraz sabredip cep harçlığımı ve yol paramı biriktirip Eskişehir’e gittim. Ama orada hayal kırıklığına uğradım. Okul TCDD’de çalışan ailelerinin çocukları için açılmış. Dışarıdan öğrenci almayacaklarmış. Çok üzülmüştüm…”Uğradığı hayal kırıklığının ezikliği ile kendini sokaklara atan genç Şadan adanalı kenti dolaşırken bir berber dükkanı görür ve ustadan iş ister. Babacan tavırlı berberin yanında 1.5 ay çalışan Adanalı’nın yaşamını değiştirecek sürpriz burada kendini gösterir….
Bir gün, Eskişehir Halkevi’nin duvarında bir afiş gördüm. Afişte, Muhlis Sabahattin ve Çocukları Opereti yazıyordu. Kader. Bakın nereden nereye. İçim kıpır kıpır oldu ve hemen Halkevi’ne koştum. Muhlis beyin yanına çıktım.: “ ben tiyatro sanatçısı olmak istiyorum. Sesimde var.” Dedim. Beni dinledi, beğendi ve figüran olarak kadroya aldı aldı. Yıl 1941. Artık operet oynuyordum. 2,5 ay Türkiye’yi dolaştık sonra Ankara’ya döndük ve Ankara Halkevi’nde oynamaya başladık. Ama işler kötü gidiyordu. Yine turneye çıktık. Afyon’dan İzmir’e geçtik. İşler umduğumuz gibi gitmedi ve heyet İzmir’de dağıldı. Hoca beni ve İstanbul’a gitmek isteyen diğer arkadaşları yanına aldı ve biz İstanbul’a gittik. Taksim’deki Kristal gazinosunda operet oynayacaktık. Kristal’de benim önümü açan bir gelişme oluyor ve sesim güzel diye operetten önce uvertür olarak sahneye çıkıp türkü okumaya başlıyorum. Sonra operette oynuyorum.”İstanbul’a gelişinin senesinde Safiye Ayla’nın dikkatini çeken Şadan Adanalı, onun daveti üzerine 1942 yılında kadrosuna girer ve bugünkü Fitaş sinemasının olduğu yerde İstanbul gazinosunda söylemeye başlar.
Safiye hanım’ın kadrosunda bir yıl uvertür olarak çalıştıktan sonra ikinci solistliğe yükseldim. İstanbul Gazinosunda Raşit Rıza’yı, Halide Pişkin’i, Mualla Gökçay’ı tanıdım. O gazinoda 1943 yazına kadar çalıştım. O yaz bazı ekstralara da gitmeye başladım. Para biriktiriyordum. Çünkü askerlik çağım geliyordu. Ertesi yazda Harbiye’de bugün İstanbul Radyosu’nun olduğu yerde Belvü gazinosunda çalıştım. Orada da Müzeyyen Senar’ı tanıdım. Sonra ver elini askerlik."
Safiye Ayla’dan Hamiyet Yüceses’e, Müzeyyen Senar’dan Suzan Güven’e kadar bütün sanatkarların kadrolarına almak için yarıştıkları Şadan Adanalı başarısının sırrını çok çalışmasına, üstadlara saygı göstermesine ve düzenli bir hayat yaşamasına bağlıyor.
Askerliğini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönen Şadan Adanalı bu kez Hamiyet Yüceses’ten teklif alır ve onun kadrosunda da ikinci solist olarak okumaya başlar.yaz gelir ve yine turneler dönmeye başlar. O yaz Raşit Rıza tiyatrosu ile turneye çıkan Adanalı turnede o yılların dansözü Emine Adalet ile tanışır.
Turnelerde Emine Adalet hanım ile operet oynuyoruz ben başrol oynuyorum. Orada da yine operetten önce sahneye çıkıyor ve türkü okuyorum. Raşit Rıza ile de işler iyi gitmedi. Ben ve Adalet hanım İzmir’de kaldık. Bir gazinoda ben okuyorum, Emine hıanım da dans ediyor. Böyle böyle 1951’e geldik. İstanbul’a döndük ve Yenikapı’da Çakır gazinosunda çalışmaya başladık. O yılın yaz aylarında Beyazıt’taki Lale Bahçesi ve Cağaloğlu’ndaki Çiftesaraylar Bahçesi’nde de çalıştım. Hem türkü hem gazel, hemde şarkı okuyordum. 1951 yılında ilk plağımı doldurdum.
" Bu Dünyanın Dört Bucağı Köhne Bir Meyhanedir.”
Sahne hayatının basamaklarında yavaş yavaş yükselen Şadan Adanalı 1956 yılında Grafson plak şirketine transfer olur ve Kadri Şençalar’ın Dere Boyunda Saz Olur adlı bestesini okur. Artık şöhreti iyiden iyiye yayılmaktadır. Plaklar sayesinde Anadolu’daki dinleyicilere ulaşan Adanalı bu yıllarda da sık sık turnelere çıkar. 1956 – 1970 yılları arasında hem İstanbul, Ankara ve İzmir’de hem de Anadolu’nun çeşitli kentlerinde sahneye çıkan Şadan Adanalı, İsmail Dümbüllü, Ferdi Tayfur ve Avni Dilligil tiyatrolarında da oynar. 1954 yılında ilk yurt dışı turnesine çıkan Adanalı, Beyrut’tan İsrail’e, Almanya’dan Fransa’ya, ABD ve İngiltere’den Avustralya’ya kadar bir çok ülkede kendisini sevenlerle buluşur.
1940’lı, 1950’li yıllarda müzeyyen Hanım, Perihan Hanım, Safiye Hanım, Suzan Güven Hanım, kim olursa olsun, hep beni yanlarında görmek isterlerdi. Çok düzenli bir hayatım vardı. İçki, sigara içmem. Beni kimse sarhoş görmemiştir. Kendime dikkat eder, temiz giyinirim. Saz üstadlarına, solist arkadaşlarıma sağlıklı yaklaşırdım. Kendime hep iyi arkadaşlar seçtim. Çok çalıştım. Büyüklere saygı gösterdim. Hep öğrenmek istedim. Müzik eğitimim yok ama ben üstadlar tarafından hem ses hem de sahne adabı konusunda sahnede eğitildim. Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, Kadri ve İsmail Şençalar, Halide Pişkin, Emine Adalet’in bana yardımlarını asla unutamam.”
Okuduğu zaman gazinoların alkıştan inlediği Bu Dünyanın Dört Bucağı Köhne Bir Meyhanedir adlı Neva Rast gazelin sözleri ve bestesi kendisinin. Adanalı’nın bir başka bestesi de sözleri yine kendisinin olan muhayyer Makamındaki Ardınca Süründüm Bitti Takatım adlı şarkısıdır. Ahım Gibi Ah Var mı Acep Ahlar İçinde adlı güftesi de Osman Nihat Akın tarafından Hüzzam makamında bestelenmiş.
Kanlı Çevre ve Kirli eller adlarını taşıyan iki film çeviren Adanalı bu filmlerde Salih Tozan Ve Abdullah Palay ile oynamıştır. İki filmde 18 gazel okuyan Şadan Adanalı2nın bu filmleri Haliç’te türk filmlerinin saklandığı deponun yanması sonucu kül olmuştur. Daha sonra İbrahim Tatlıses’le Sevmek ve Bilge Şan ile Zehirli çiçek filminde rol almıştır. Sahneye çıkarken mutlaka “ Allahım beni mahcup etme, bana yardım et” diye dua eden Şadan Adanalı inançlı bir kişi. Atatürk ilke ve devrimlerine yürekten bağlı olan Adanalı, Atatürk’ü dünya liderleri arasında ilk sıraya koyuyor ve ona hayran.
Suzan Yakar Rutkay (1 Ocak 1907 / 1 Ocak 1992)
lkokul öğreniminden sonra ilk kez İzmir'de sahneye çıktı. Halk türküleri okuyarak şöhret oldu. Yapımcı Fuat Rutkay ile evlendi ve 1945 de sinemaya ağırlık verdi. Başrollerde oynadı. Eşinin ölümünden sonra 1960 lı yılların başında kendi şirketi olan Yakar film şirketini kurdu. Adnan Şenses ile evlendi ve ayrıldı. Ölümünden önce 4 katlı apartmanını Film-San Vakfı na bağışladı. Ve adına Suzan Yakar Sanat ve Kültür Merkezi açıldı.