Murat Çobanoğlu (d. 1940, Arpaçay, Kars - ö. 26 Mart 2005, Ankara)
1940 yılında Kars'ın Arpaçay ilçesinin Koçköyü beldesinde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Karapapak (Azeri) Türkleri'nden ve asıl soyadı Çobanlar olan Çobanoğlu’nun annesi Lala (La'li) hanımdır ve babası, Aşık Şenlik'in çıraklarından Aşık Gülistan'dır. Babası Arpaçay'ın Koçköyünden olup 1920'de Kars'a yerleşmiştir. Karısının erken ölümü dolayısıyla oğlunu o büyütüp yetiştirdi. İlkokul mezunu olan âşık evli ve dört çocuk babasıdır.
Saz çalmaya ve şiir söylemeye 1951 'de gördüğü bir bir rüyada bade içtikten sonra başlamıştır. Murat Çobanoğlu 1966 yılından başlayarak sürekli olarak Konya Aşıklar Bayramına katıldı. Artvin, Konya, Erzurum ve Mut'ta yapılan yarışmalarda dereceler aldı. Özellikle atışma dalında başarı gösterdi. Sık sık radyoda ve televizyonda -değişik konularda- söyledi. Saza egemenliği, ulusal duygularının güçlülüğü ve kendine özgü sesiyle ilgi çekti. Yurt içinde ve dışında düzenlenen bazı şenliklere katıldı.
Aşıklık geleneğinin bir parçası olan türkülü hikâyeler anlatma konusunda da başarılı örnekler veren Çobanoğlu, kendi türkülerinin yanı sıra usta malı türküleri de genç kuşaklara aktarmaktadır.
Türkiye’nin her yerinde bilinen, tanınan Çobanoğlu yıllarca radyo programları yaptı. Halk edebiyatı ve aşıklık geleneği üzerine çeşitli seminerler verdi. Şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Türkiye dışında, Avrupa'dan İran'a dek birçok ülkede konserler verdi, yarışmalara katıldı.
1971 yılında Kars'ta açtığı, özellikle usta-çırak ilişkinden her alanda aşıklık geleneğinin sürdürülmesinde katkısı anlamında bir okul niteliğinde olan Çobanoğlu Halk Ozanları Kahvesi yörenin aşıklar merkezine dönüştü.
Muhlis Akarsu (d. 1948 - ö. 2 Temmuz 1993)
Türk halk ozanı. 2 Temmuz 1993'te Sivas Katliamı'nda öldürülmüştür. Yaşamı boyunca 100'den fazla kırkbeşlik plak, 4 uzunçalar, 20 kaset ve yüzlerce deyiş bırakmıştır.
Sivas'ın Kangal ilçesine bağlı Minarekaya köyünde doğdu. İlkokulu köyde okudu. Bu dönemde Alevilik-Bektaşi cemlerinde yörenin seyitlerinin ve ozanlarının etkisinde kalarak saz çalıp söylemeye başladı. Malatya'da ortaokulda okurken, ekonomik yetersizlikler nedeniyle ikinci sınıftan ayrıldı. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazdı, deyiş ve nefes kurdu. Bağlamasıyla birlikte zakirlik yaptı.
1970 yılında İstanbul'a yerleşti. 1970'li yıllarda söz ve müziği kendine ait olan ilk 45'lik plağı çıkardı. Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Veysel doğrularından yola çıkarak kendine insan sevgisini şiar edindi. Tüm yaptıklarında bu ana temayı temel aldı. 1972 yılında, Seyyit Halil Çiftlik'in kızı Muhibe Leyla Çiftlik ile evlendi. Bu evliliğinden Pınar, Çınar ve Damla adlarında üç kızı oldu.
Sanatında 1970'lerden itibaren dönemin etkili aşığı Mahzuni Şerif'in izleri belirdi. Uzunca bir süre Mahzuni'nin deyişlerini çaldı ve okudu. Bu arada Alevi-Bektaşi aşık geleneğinden de kopmadı. Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi ozanların birçok deyişini geleneksel kalıplardan çıkmadan seslendirdi.
1980'li yılların başlarında Alevî dedelerinin çaldığı kısa kollu bağlamayı gündeme getiren ve halk müziğinin niteliğini yükselten Muhabbet Grubu'nun (Arif Sağ, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroğlu) oluşum fikri Akarsu'dan çıktı. Her yıl düzenlenen Hacı Bektaş, Abdal Musa, Veli Baba, Pir Sultan gibi Alevi toplumunun kültürel etkinliklerine katılırdı. Eserleri çeşitli türlerde şarkı söyleyen sanatçılar tarafından okundu.
1980'li yıllarda türkülerinden dolayı üç yıl cezaevinde yattı. O güne kadar usta malı deyişlerle kendini gösteren Muhlis Akarsu, 1980'lerin başından itibaren deyişlerindeki anlatımı güçlü, bağlamasına hakim ve sesini deyiş tavrında kullanabilen bir sanatçı görünümündedir.
1993'te Pir Sultan Abdal Kültür Festivali'ne katılmak üzere gittiği Sivas'ta konakladığı Madımak Oteli'nin karşıt görüşlü kişiler tarafından kundaklanması sonucu yaşanan Sivas Katliamı'nda eşi Muhibe Akarsu ve 33 kişiyle birlikte öldürülmüştür.
Muhlis Akarsu'nun yapıtlarının hemen hemen tümünün lirik bir ifadeyle yapıldığı ve söylendiği fark edilir. Repertuarının büyük bir bölümünde aşk ve sevda deyişlerine yer verdiği görülür. Akarsu'nun yar üzerine söylediği, feleğe çattığı, gurbete içerlediği, ayrılığa üzüldüğü yüzlerce deyişi vardır. Deyişlerinde toplumsal konulara da kayıtsız kalmaz. Ancak bu, sevgi üzerine söylediği deyişler kadar çok öne çıkmaz. Birkaç deyişinde cahilliğe, köleliğe, yoksulluğa başkaldırdığı görülür. Alevi-Bektaşi edebiyatının ve müziğinin deyiş türüyle ünlenen aşığı Muhlis Akarsu'nun Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan etkisindeki tavrını her zaman hissetmek mümkündür.
Muhittin Şerif Targan (d. 1892, İstanbul- ö. 1967, İstanbul)
(Arap dünyasında bilinen ismiyle Şerif Muhiddin Haydar, tam adı Fehametli Şerif Muhiddîn bin Ali Haydar) , Türk besteci, ud ve çello virtüözü, portre ressamı. Türk müziğinin önemli şahsiyetlerinden birisidir. Batı müziği icra şekillerini ud sazına uygulamıştır. Bağdat Konservatuarı’nın kurucusudur.
21 Ocak 1892 günü İstanbul’da doğdu. Annesi Sabiha Hanım; babası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son Mekke Emiri (Şerifi) Vezir Ali Haydar Paşa’dır. Soyağacı Muhammed’e dayanmaktadır; kendi hazırladığı soyağacında peygamberin 37. kuşaktan torunu olduğu görülür. Ailenin yedi çocuğunun beşincisidir.
Muhittin Şerif, 18 yaşına kadar özel derslerle yetişti. Bu dönemde Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca öğrendi. Daha sonra Darülfünun'da hukuk ve edebiyat öğrenimi gördü, her iki alanda da diploma aldı. Evdeki müzikli toplantıların etkisiyle küçük yaşta müziğe ilgi duydu. Piano, ud çalmayı küçük yaşta öğrendi. Ali Rıfat Çağatay, Rauf Yekta Bey ve Ahmet Ersoy’dan Türk müziğine ilişkin dersler aldı. Ud’da virtüözlük seviyesine ulaşınca beste yapmaya başladı. Henüz 13 yaşındayken, klasik üsluptaki saz eserlerinden biri olan Hüzzam Saz Semaisi'ni besteleyecek olgunluktaydı. 14 yaşında amcası Ali Cabbar Paşa’nın önerisiyle çello öğrenmeye başladı ve bu enstrümanda da çok üst düzeye erişti. Başta ud ve çello olmak üzere, viyola, piyano, keman ve lavta enstrümanlarını da çaldığı anlatılmaktadır.
Yüksek öğrenimini tamamladıktan kısa bir süre sonra başlayan I. Dünya Savaşı sırasında çıkan Hicaz isyanı üzerine babası Mekke Emiri olarak görevlendirilince onunla birlikte Hicaz Bölgesi’ne gitti ve bu bölgede 9 yıl yaşadı. Ailesi, kendileri ile aynı sülaleden gelen Şerif Hüseyin’in çıkardığı isyana katılmamıştı. Aile, bununu bedelini servetini büyük ölçüde yitirerek ödedi. Savaştan sonra ortaya çıkan devletlerin sınırları içindeki gayri menkulleri kendilerine verilmemişti. Muhittin Şerif, ailesine yük olmamak ve kendi hayatını kazanmak üzere 1924 yılında New York’a gitti. Yakın arkadaşı şair Mehmet Âkif Ersoy, "Şarka Davet" adlı şiirini Targan’ın ABD’ye gidişi, müziğini Türkiye’de icra etmeyişinin üzüntüsü ile yazmıştır.
Muhittin Şerif, yakın dostu Archibald Roosvelt'in (ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in oğlu) himayesiyle gittiği ve 8 yıl yaşadığı New York’ta piyano dahisi Leopold Godowsky, ünlü Alman pedagog Prof. Auer, Ukrayna doğumlu efsanevi kemancı Mischa Elman, dünyanın en tanınmış kemancılarından Avusturya doğumlu Amerikalı sanatçı Fritz Kreisler gibi müzisyenlerle çalıştı. Bu ustaların konserlerinde onlarla beraber çaldı. New York’a varışından bir hafta sonra Leopold Godowsky Muhittin Şerif’in şerefine bir resepsiyon vermişti. Bu resepsiyon sırasında ud çalan Muhittin Şerif’in ustalığı, The New York Herald Tribune gazetesinde Leopold Godowsky ve Fritz Kreisler tarafından, dünyaca ünlü keman virtüözü Paganini ile kıyaslanmasına sebep olmuştur.
ABD yolculuğu sırasında gemide bestelediği Koşan Çocuk adlı eseri ve diğer besteleri Amerikan sanat çevresinde büyük beğeni kazandı. Sanatçı, bu ülkedeki ilk dört yılını vermeyi düşündüğü büyük konserin hazırlığı içinde geçirmişti. Bu yıllarda Verdi Vasyer adlı viyolonselciden ders aldı. Oldukça yokluk ve sıkıntı çekti. Nihayet 13 Aralık 1928 günü Town Hall konser salonunda viyolonsel ve ud resitalleri verdi. Bach, Debussy, Ravel ve Popper gibi batılı bestecilerin eserlerini ve kendi bestelerini seslendirdi; çok olumlu eleştiriler aldı. Şerif Mıuhittin, ABD’nin başka eyaletlerinde de konserler verdi ve sanatçı arkadaşlarının topluluklarında müzik yaptı. ABD’deki başarılı müzik çalışmaları, yurda dönüşünden sonra bizzat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından tebrik edilmesini sağladı.
Sanatçı, sağlığının bozulması ve doktorun sahne heyecanından kaçınmasını tavsiye etmesi üzerine 1932’de İstanbul’a döndü ve ülkesinde 2 yıl yaşadı. Şerif Muhittin İstanbul’dayken, 1934 yılında Soyadı Kanunu çıktığında Tarhan veya Tarcan soyadlarını seçmeyi düşündüyse de bu isimlerden birisi şair Abdülhak Hamid, diğeri beden eğitimcisi Selim Sırrı Bey tarafından alınmış olduğundan Targan soyadını aldı. 4 Aralık 1934 günü Beyoğlu’ndaki İstanbul Fransız Tiyatrosu’nda, üzerinde yıllarca konuşulacak ve pek çok makale yazılacak bir resital verdi. Aynı dönemde, devlet başkanı Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’na çağrılarak kendisine udunu ve viyolenselini dinletme fırsatı buldu.
Türkiye’de aktif bir görevde bulunma şansı yakalayamayan Targan, 1934 yılın sonunda Irak hükümetinin daveti üzerine Bağdat Konservatuarı'nı kurmak üzere Irak’a gitti. 1936’da kurduğu konservatuarı 12 yıl boyunca yönetti. Selman Şükür, Münir Beşir ve Cemil Beşir gibi ünlü ud sanatçılarını yetiştirdi. Okulda tiyatro ve heykel bölümlerini de kurdu. Sağlık sorunları nedeniyle 1948 yılında yurda döndü. Yurda döndüğü sırada Hüseyin Saadet Arel’den boşalan İstanbul belediye Konservatuarı Şark ve Garp Mûsikîsi İlmi Kurulu Başkanlığı’na Targan getirildi ancak 2 yıl sonra bu görevinden istifa etti.
Targan, İstanbul Konservatuarı’ndaki görevi sırasında tanıştığı ünlü şarkıcı Safiye Ayla ile 8 Nisan 1950’de evlendi. Bu evlilik Targan’ın vefatına kadar devam etti. Eşi ile beraber de hayır kurumları için çeşitli konserler veren Targan, son konserini 3 Mart 1953’te Saray Sineması’nda gerçekleştirdi. Bu son konserinden sonra çok sevdiği ve usta olduğu avcılık merakına zaman ayırdı. Sanatçı, 13 Eylül 1967 günü İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.
1920’de hazırlamaya başladığı ud metodu ölümünden sonra yayımlandı. Günümüze kadar 20 entrümantal eseri, 3 şarkısı ulaşmıştır. Targan, müzisyenliğinin yanı sıra portre ve peyzaj ressamlığı yönü de olan bir sanatçıydı. Tabloları çeşitli koleksiyonlarda yer alır. Çizdiği Abdülhak Hamid portrelerinden birisi Topkapı Sarayı Müzesi’nde, diğeri İstanbul Üniversitesi’ndedir. Targan’ın devrinin şair ve yazarlarından Mehmed Akif Ersoy’un yanı sıra , Filozof Rıza Tevfik, Abdülhak Hamid, Behçet Kemal Çağlar, Münir Nurettin Selçuk, Mesut Cemil ile yakın dostluklar kurmuştu.
Besteleri
Koşan Çocuk
Çocuk Havası
Etüdler
Nihavend Saz Semaisi
Dügah Saz Semaisi
Kanatlarım Olsaydı
Ferahfeza Saz Semaisi
Mualla Mukadder Atakan (d. 27 Şubat 1924, Çanakkale - ö. 15 Eylül 1997), sesinin güzelliği ile olduğu kadar kendi güzelliği ile de tanınmışTürk Müziği ses sanatçısı.
İlkokulu Çanakkale'de okuyan Mualla Mukadder’in babası gümrük müfettişi, annesi ise müzik öğretmeniydi. Anne ve babasının müziğe olan ilgisi Mualla Mukadder'in de müziğe yönelmesine sebep olmuştu. 1940 yılında, henüz İstanbul'da talebeyken, Üsküdar Halkevi'nde gittiği bir düğünde, istek üzerine, bestekâr Selahattin Pınar'ın bestesi olan "Gönül yarasından acı duyanlar" şarkısını okumuş ve sesinin güzelliğiyle takdir toplamıştı. Israrlar üzerine birkaç şarkı daha okumak zorunda kalmış, geniş takdir toplayan bu başarısı kendisini cesaretlendirmişti.
Talebeliğinin yanı sıra müzik dersleri de almaya başlayan ve ut çalmayı öğrenen Mualla Mukadder, okulunu bitirerek, 1943 yılında İstanbul Konservatuvarı'na girdi.
Bir vesileyle gittiği Tokatlıyan otelinde verilen bir baloda, ünlü bestekâr Muhlis Sabahattin Ezgi'nin dikkatini çekti, ve konserlere çağırılmaya ve cazip teklifler almaya başladı. Bu sayede sanatını daha da ilerletti ve Kıbrıs'ta verdiği konserlerle ünü yayılmaya başladı. Bu sıralarda evlendiği eşi Burhan Atakan kendisine büyük destek oldu.
Mualla Mukadder'in hedefi İstanbul Radyosunda görev almaktı ve bu hedefine 23 Ekim 1949 gecesi verdiği ilk konserle erişti. İkinci konserini ise bir vapurda verdi. Bu konseri dinleyen, dönemin meşhur plak şirketi Sahibinin Sesi firmasının şefi Mihran bey sesini çok beğenerek Mualla Mukadder'le 3 yıllık bir anlaşma imzaladı. Sesini plaklar vasıtasıyla geniş bir kitleye duyurmasıyla, ünü doruğa erişti.
En beğendiği ses sanatçıları; Safiye Ayla, Münir Nurettin Selçuk, Müzeyyen Senar, Perihan Altındağ Sözeri, Zehra Bilir ve Hamiyet Yüceses'ti.
Sanat hayatı başarılarla geçen ünlü sanatçı Mualla Mukadder Atakan, 15 Eylül 1997'de hayata veda etti.
Melahat Pars (d. 1918, Fatih, İstanbul, Türkiye- ö. 17 Mayıs 2005, İstanbul)
Klasik Türk müziği bestekâr ve eğitmeni.
İstanbul Fatih semtinde doğdu.Annesi Zehra Hanım, babası İsmail Hakkı Bey'dir.
İlkokul çağlarında müziğe olan ilgisini fark eden ailesi tarafından kanuni Mustafa Bey’den iki yıl nota ve usul dersleri aldırıldı. Daha sonra Darutta'lim-i Musiki’ye devam ederek, udi Fahri Kopuz'dan ud ve makam dersleri aldı.
1938 yılında Hazım Pars' la evlendi.1944 yılında açılan sınavda başarılı oldu ve Ankara Radyosuna ses sanatçısı olarak girdi. 1948 yılında Hüzzam makamında "Avare gönül yine sensiz hicrana daldı" adlı ilk eserini besteleyen Pars, ölümüne kadar altmış civarında besteye imza attı.
1953 yılında İstanbul Radyosu'na geçen ve uzun yıllar burada görev yapan Pars, çok sayıda gence de hocalık yaptı; Türk Sanat Müziği'ne birçok değerli sanatçı yetiştirdi. Yine bu yıllarda İstanbul Belediyesi Konservatuarı İcra Heyeti üyeliği yaptı.1985 yılında kurduğu Kalamış, Kadıköy ve Marmara musiki derneklerinde yöneticilik yaptı.10 Mayıs 2005 günü yaşama veda etti.
Melahat Pars, Türk Sanat Müziği'nin az sayıdaki kadın bestecilerinden biriydi. "Ben gamlı hazan, sense bahar dinle de vazgeç" gibi dillere yerleşen pek çok şarkıda imzası vardı. 86 yaşında hayata veda eden bestecinin ardından o günlerde görüş belirten sanatçılar, Pars'a yaşarken hak ettiği değerin verilmediği görüşünde birleştiler.
Besteleri
Avare gönül yine sensiz hicrana daldı (Hüzzam)
Ben gamlı hazan, sense bahar dinle de vazgeç (Hicaz)
Eşi yoktur bana bir sevgili vermiş ki felek (Muhayyer)
Gönlümü başka emellerle avutsaydım (Nihavend)
Bin dertle yanan gönlüme bir zerre devâ yok (Rast)
Nağmelerin esiri oldum coştum bu gece (Nihavend)
Sazlar kırılan gönlümüzün hüznünü inler (Hüzzam)
Gözüm sende açıldı yine sende kapansın (Rast)
Gümüş tellerle örsem saçının her telini (Kürdilihicazkar)
Mehmet Aslan (1956 / 18 HAZİRAN 2006)
1956 yılında Diyarbakır'ın suriçi semtinde doğdu 4 kardeşten 3. süydü.. çocukluğundan beri iyiliği saflığı ve yardımseverliğinden dolayı çevresinde çok sevilen biriydi..hayatta tek prensibi vardı oda; çalışmak hayatı boyunca ne babasından nede abisinden harçlık almadı hep çalıştı bu yüzden çok istemesine rağmen okula da gidemedi.. sokaktan tahta lar toplayarak 8 yaşında kendine bir boya sandığı yaptı artık kendi işinin patronuydu.. ama müzik aşkı hep hayatında vardı.2 yıl boyunca yani 10 yaşına kadar boyacılıktan kazandığı paraları biriktirip kendine bir bağlama aldı.. ama çalmasını bilmiyordu. öğrenebilmek için mahallelerindeki bir fırıncı ustasından yardım istedi çünkü o çalmasını biliyordu..sabahtan gece yarısına kadar fırında çalışıyordu sırf fırındaki iş bitince ustanın ona yarım saat bağlama dersi verebilmesi için işte böyle bir müzik aşkına sahipti.. çok kısa bir sürede tam olarak bağlama çalabiliyordu 12 yaşında Diyarbakır'da düğünlerde şarkı söyledi bağlama çaldı.. 18 yaşına kadar Diyarbakır'daki birçok mahalli sanatçının arkasında enstrüman çaldı.. 18 yaşından sonra artık ailesinin de izniyle İstanbul'a çalışmaya geldi . İstanbul'da da kısa sürede kendini kanıtladı bir çok gazinoda org veya bağlama çaldı..bu arada da şarkı sözleri yazıp besteler yapıyordu artık yeni bir besteci doğmuştu.. kısa sürede dönemin ünlü şarkıcıları tarafından keşfedildi hem besteci yönü hem müzisyen yönü.. artık ünlü şarkıcılar ona gelip beste istiyor arkalarında enstrüman çalmasını istiyordu. İbrahim tatlıses'te onlardan biriydi uzun yıllar onunla çalıştı bu çalışmadan - SAYGIMIZ VARDIR
,BEN NE İNSANLAR GÖRDÜM şarkıları ortaya çıktı ve Türkiye ye damgasını vurdu.. daha sonra şimdi sayamayacağımız kadar çok sanatçıya beste verdi.. 1990 lı yılların başında artık mahsun Kırmızıgül'le çalışıyordu bu çalışmadan da KARDEŞLİK TÜRKÜSÜ, İNSAN HAKLARI,BENDE SİZDENİM, ŞARKILARI ORTAYA ÇIKTI .artık kendiside kendi eserlerin okumak istedi ve vay babo isimli kasetini çıkardı. fakat daha sonra besteci olarak kalmayı tercih etti.İBRAHİM TATLISES
'e YETİŞ YA MUHAMMED YETİŞ YA ALİ şarkısını MAHSUN KIRMIZIGÜL' e LE DAYE ve
BİZDEN DEĞİLDİR şarkısını verdi ve bu şarkı 4 din in temsilcilerinden vede UNESCO dan ödül aldı.çocukluğundan bu yana süre gelen iyiliği , saflığı ve yardımseverliği onu müzik camiasında çok sevilen çok sayılan bir yere getirdi.evli vede bir çocuk babası olan MEHMET ASLAN 2004 YILINDA YAKALANDIĞI MESANE KANSERİ HASTALIĞINA 18 HAZİRAN 2006 TARİHİNDE GENÇ YAŞTA 49 YAŞINDA YENİK DÜŞTÜ,
Malatyalı Fahri Kayahan [1918 - 22 Nisan 1969]
Fahri Kayahan 1918 yılında Malatya´da doğdu. Babası Gaffar Ağa sülalesinden Mustafa Bey, annesi Şam Kadısı´nın kızı Şerife Hanım´dır. Şerife Hanım ile Mustafa Bey´in Makbule ve Fahri adında bir kız bir erkek çocukları olur. Fahri Kayahan´ın kız kardeşi Makbule 11 yaşındayken ateşli bir hastalıktan ölür. Ailenin tek çocuğu olarak kalan Fahri büyük bir özenle yetiştirilir.
Buna karşın Kayahan´ın yakın çevresinden ve diğer kaynaklardan elde ettiğimiz belgeler sayesinde, bu sanatçının yaşamı hakkında kısa da olsa bazı önemli kesitleri buraya aktarmaya çalışacağız.
İlk, orta ve lise tahsilini Malatya´da tamamlar. Babasının Malatya´nın en büyük manifatura dükkanına sahip olması genç Fahri Kayahan´ı bu dükka çalışmaya mecbur eder. Ancak O´nun gözü müziktedir... Bir enstruman çalmak, türkü söylemek ister hep. Fırsat buldukça dağda bayırda arkadaşlarıyla gramafon dinlemeye giderler. Kendi yöresinin dışındaki müziklerle tanışması da bu dönemde başlar. İlk önceleri bağlamaya heves eder ve bir süre bağlama çalar. Daha sonra Karaköylü Reşat Dayı´dan tambur dersleri alır. Fahri Kayahan´ın bizler için son derece karanlıklarla kaplı bu yılları O´nun sonraki yaşamında etkin rol oynayacaktır. Kayahan´ın meslek yaşamındaki önemli olaylardan biri de bağlamayı bırakıp Tambur çalmasıdır.
Henüz ilk gençlik çağlarını yaşayan Malatya´lı Fahri, şehir merkezinde katıldığı bir şenlik sırasında Fahriye isminde genç ve güzel bir kızla tanışır. Malatya´nın ileri gelen ailelerinden olan Hamikoğulları´ndan Hacı Ağa´nın kızı Fahriye ile 1933 yılında evlenir. Hacı Ağa´nın konağına iç güveyi giren Fahri kısa zama bu konakta yapılan müzik toplantılarının tanınmış simaları arasına girmeyi başarır. Konakta keman, piyano, ud, tambur gibi enstrumanlar bulunmaktadır. Hacı Ağa keman çalmakta, damadı Fahri de ona tamburu ve sesi ile eşlik etmektedir. Bir süre sonra Fahriye Hanım hamile kalır ve 1934 yılında Suade adını verdikleri bir çocukları doğar. Fahriye ve Fahri Kayahan çifti mutluluk ve esenlik içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Ancak 1936 yılının Ocak ayının son gününde Fahri Kayahan´ın daha sonraki yaşamında derin izler bırakacak o talihsiz olay yaşanır. Fahriye Hanım hayatını kaybeder. Fahri Kayahan eşini kaybetmenin derin acısına dayanamaz. Bu olay karşısında iki yaşındaki kızı ile annesi ve babasını da alarak Malatya´yl terkeder; İstanbul´a gelir. Kendisini İstanbul´un usta müzisyenlerinin ve bestekârlarının arasında bulur.
Selahattin Pınar, Artaki Can gibi ünlü isimlerle tanışır. O yıllarda İstanbul´un canlı müzik merkezleri konumunda olan Borsa Kıraathanesi´nde Belvü Çay Bahçesi´nde, ´nde tamburu ve sesiyle başarılı programlar yapar. 1937 yılında Almanya´ya giderek Polydor Plak firmasına yedi adet plak doldurur. İstanbul´un müzik yaşantısını kısa zama öğrendiği gibi yurt dışındaki müzik atmosferini
de öğrenmiştir artık. Yurda döndükten sonra Malatya´lı Fahri Kayahan adıyla ünlenecek onlarca plağa sesinin ve sazının nağmelerini kaydettirecektir. Yine pek çok besteye bu dönemde imzasını atar. Malatyalı Fahri´nin tüm yurdu saran şöhreti 1940´lı 50´li yıllarda hep sürecektir...
1937 yılında Dolmabahçe Sarayı´nda Atatürk´ün huzurunda çalıp söyler. 1939 yılında bedelli kısa dönem askerlik görevini tamamlar.
Fahri Kayahan Malatya´nın sayılı manifaturacılarından birinin oğlu olması sebebiyle daima şık ve temiz giyinen bir kişidir. Yaşamı boyunca hiç içki ve sigara kullanmadığı söylenir. İIk evliliğinden yıllar sonra Sadiye Arcuman´la kısa bir evlilik daha yapmıştır. Yaşamı boyunca gerek iş ve sanat çevresinden, gerekse memleketinden pek çok arkadaşı ile muhabbette olmasına rağmen o yalnız ve içine kapanık bir insandır.
1940´lı yılların yükselen değerlerinden biri de ses sanatkarlarının film çevirmesidir. Müzeyyen Senar ile Kerem ile Aslı, Suzan Yakar ile Saz ve Caz filmlerinde oyuncu olarak rol almıştır. Bu filmlerde olduğu gibi bazı filmlerde yalnızca tamburu ve sesiyle film müzikleri yapmıştır. Bununla birlikte Fahri Kayahan´ın senaryolarını burada anmadan geçmemek gerekir. Çoğu Anadolu insanının yaşamından kesitleri içeren bu senaryoların bazıları filme çekilmiştir. Tamamı 60 civarında olan senaryolarından bazıları şunlardır; Sarı Kordela, Şirvan ile Abuzer, Ezo Gelin, Bülbül, Öldüren Yumruk, Gümüş Kırbaç, Perçemli Aslan, Yıldızlardan Gelen Dilber, Sokak Rakkasesi...
Fahri Kayahan´ın ilk gençlik yıllarından itibaren gerek görüntüsüyle gerekse davranışlarıyla daima elitist bir hal sergilediğini yakınları söylemektedir. Böylesi bir yaşam tarzı O´nu devletin en üst düzeyindeki simalarla da buluşturmuş ve bu kişilerle uzun süreli birliktelikler yaşamıştır. Bunlardan biri Atatürk´le olan beraberliğidir. Sık sık Atatürk´ün huzurunda çalıp söylediği ve sohbet ettiği anlatılır. Bu türden yakınlaşmaların en yoğunu ise İnönü ailesiyle olmuştur. İstanbul´a geldikleri ilk günden itibaren İnönüler´in Kayahan Ailesi´ne himmetleri anımsanmayacak derecededir. Fahri Kayahan´ın İsmet Paşa´yla ilişkileri hep sıcak bir zeminde gerçekleşmiştir... Askeri ve bürokrat çevreyle ilişkileri ise sürekli devam etmiştir. Bununla birlikte o dönemdeki (1940-60) kırsal kesimin müzik anlayışının farklı bir tarzla şehir ortamında Fahri Kayahan´la taş plaklara aktarıldığını görüyoruz. Bu konudaki ayrıntıları diğer bölümde vermeye çalışacağız.
Malatyalı Fahri´nin yukarıda aktardığımız üst düzeydeki (bilhassa yönetimdeki) kişilerle olan ilişkilerinin yanında, özellikle hemşehrisi ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri özel hayatının en yoğun ve duygulu kısmını oluşturur.
Ahmet Fırat, Mehmet Kığılı, Asım Kurdal, Mahmut Hoşhanlı, Nazım Uzun Hekimoğlu, Şefik Kayahan, Ziya Soylu, Enver Bengü, Mustafa Kılıçaslan, Faruk Diyarbakırlı, Çakır Ahmet ve Beşiktaşlı Arap Zeki en yakın dostlarıdır... Dost meclislerindeki Fahri Kayahan sakin, duygulu, samimi kişiliğiyle tanınmıştır. İçki ve sigara kullanmayışı onun hiçbir zaman "aşırı" davranışlarda bulunmamasının sebebi olarak gösterilir.
Ancak bu fazlasıyla hassas mizacı kendisine her zaman ağır faturalar çıkarmıştır. Bilhassa hayatının son döneminde yaşadığı talihsiz olay karşısında dayanma gücünü yitirmiştir. 1969 yılının ilk yarısıdır. Kayahan o sıralar Galatasaray Kalyoncu Kulluk´ta Ömer İnönü´ye ait bir evde oturmaktadır. Bir gece akrabalarından Avni Kurtbilek´in evine misafir olarak gitmiştir. Gece yarısı eve döndüğünde evinin soyulduğunu görür. Bütün plakları, elbiseleri, kıymetli özel eşyaları, evinde ne varsa götürülmüştür. Olay karşısında şok geçiren Kayahan hastaneye kaldırılır. Çilelerle ve sıkıntılarla dolu bir yaşamın ardından yaşanan bu olay karşısında vücudu ve gönlü dirençsiz kalmıştır. Yaklaşık bir ay hastanede yatar. Doktorların olağanüstü çabalarına rağmen kurtarılamayarak 22 Nisan 1969 Salı günü yaşama veda eder. Zincirlikuyu Mezarlığı´nda defnedilmiştir.
Mahmut Coşkunses (1942 / 29 Temmuz 2001)
1942 yılında Urfa'da doğan ve 5 çocuk babası olan Coşkunses, yaklaşık 45 yıllık sanat hayatında yüzlerce esere imza atmış, yetiştirdiği sanatçılarla milli kültüre ve musiki hayatımıza büyük hizmetler vermişti. Milli ve manevi değerlere karşı duyduğu büyük hassasiyet, milletimizin değerlerini yaşatmak noktasındaki gayreti, O'nu dört yıl önce Meltem TV ekranlarıyla buluşturmuştu. İnsanımızca büyük teveccüh gören bu ekrandan milyonlara seslenen Coşkunses, Türk Halk Müziği'nin en nadide eserlerini icra ederek, izleyicilerini programına bağladı. Çevresinde mütevaziliği, vefası, cömertliği, babacan tavrı ve ilim sahibi insanlara gösterdiği saygısı ile temayüz eden Usta, herkesce sevilen büyük bir şahsiyetti.
Lemi Atlı (1869 / 25 kasım 1945)
Halid Lem i Atlı 1869 yılında İstanbul'da, Üsküdar'ın Sultantepesi semtinde doğdu. Doğumundan bir hafta sonra annesini, iki yaşında iken babasını yitirdi, ablası tarafından büyütüldü. Ablası ile eniştesi, lemi_atli'nın iyi bir öğrenim görmesi için çok özen gösterdiler. İlkokuldan sonra önce Fatih, sonra Soğukçeşme Rüştiyesi'ni okudu. 1887 yılında burayı bitirerek "Mülkiye Mektebi"ne kaydoldu ise de bitiremedi. İskender Hoca'dan Arabça, Farsça;bir İtalyan bayan öğretmenden Fransızca dersleri aldı.
Yirmi yaşlarında"Dahiliye Nezareti Mektûbi Kalemi"nde memuriyete başladı. Bir yandan da "Resmî Gazete"de yazarlık yapıyordu. Bazı günlük gazetelerde yazarlık ve muhabirlik yapmıştır. Bir süre İzmir Deniz Ticaret Müdürlüğü'nde çalıştı. Bu yıllar içinde maddî ve manevî çok sıkıntılı bir hayat sürmüştür. "Sine-i sûzanıma âhım yeter"güfteli, Hicaz şarkısının bu yılların üzüntüsünü yansıttığı söylenir. Nihayet 1907 yılında ve otuz sekiz yaşında memuriyet hayatından çekilerek İstanbul'a yerleşti;kendini bütünüyle mûsıkî çaılşmalarına verdi. "Soyadı Kanunu"nun çıkışından sonra "Şizemu" sözcüğünün Türkçe anlamı olan "Atlı" soyadını aldı. Soyu bu sıfatı taşıyan Çerkez sülâlesinden gelmedir.
Bir süre Kanlıca ve Rumelihisar'ında oturduktan sonra , ömrünün son yıllarını Suadiye'de yeğenlerinin yanında geçirdi. Küçükağa sokağında olan bu eve Selâhaddin Pınar, Nuri Duyguer, Fevzi Aslangil, Sadi Hoşsses, Dr. Hamid Hüsnü Bey, Bedriye Hoşgör, Melek Tokgöz, Ârif Sami Toker gibi sanatkârlar devam ederdi. Ölümüne yakın bir tarihe kadar isteyene ders vermiştir. Söylenenlerin aksine son yıllarını oldukça rahat ve huzur içinde geçirmiştir. Yakın dostu Kemal Niyazi Seyhun'la dolaşır, Çamlıca'ya gider, Setbaşı gazinosunda fasıl dinler, orada bulunduğunu hisseden gazino sanatkârları fasla çeki düzen verir ve dikkatli olurlardı. lemi_atli 25 kasım 1945 tarihinde hayata gözlerini yumdu;Erenköy mezarlığında toprağa verildi.
Mehmet Lami Ateş (01 Ocak 1943 / 21 Ekim 2012)
Sinemamızın karakter oyuncularından, söz yazarı ve besteleri de bulunan Mehmet Lami Ateş, 21 Ekim 2012 Pazar günü hayatını kaybetti. 01 Ocak 1943′te Malatya’da doğan ve birçok TV dizisinde de rol aldı..
Flimleri
Külhanbeyler Kralı
Öldürmek Hakkımdır
Cehennem Takibi
Hürriyet İçin
Maskeli Süvari Tom Miks’e Karşı
Maskeli Süvarinin Dönüşü
Üç Namus Bekçisi
Kamalının İntikamı
Sıra Sende Fıstık
Muhallebicinin Oğlu
Sarı Kız
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri
Toprağın Oğlu
gibi sinema filmleriyle hatırlanıyor.
Besteleri
Karar Verdim İçmemeye
Senin Anan Benim İçin Doğurmuş
Töre