Çarşamba, 24 Mayıs 2017 12:31

Celal Güzelses

Yazan

Celal GüzelsesCelal Güzelses (1899, Diyarbakır - 1 Şubat 1959) (Mehmet Celalettin), Şark Bülbülü unvanlı Kürt kökenli  ses sanatçısı.

1934 yılında Güzelses soyadını almıştır. Derviş Hasan ile Latife Hanım'ın oğludur. Eğitimi sırasında ve yaşamının son yıllarında müezzinlik de yaptı. 22 Haziran 1943'te birkaç arkadaşıyla birlikte Diyarbakır Halk Musiki Cemiyetini kurdu.

Esas ismi Mehmet Celalettin olan Celal Güzelses'in Babası Derviş hasanın vefatı ile Annesi Latife Hanım tarafından mahalle mektebine verilir. Birinci Dünya savaşı yıllarında Rüştiyenin lav edilmesi ile öğrenimini tamamlayamaz. Okula giderken 1913'ten 1921'e kadar Ulu Cami'deki müezinlik görevini devam ettirir.

 1931 yılında Karındaş Mahmut'un Diyarbakır şivesini taklit ederek doldurduğu plak halktan oldukça tepki alır. Celal Güzelses bu plağı olan tepkisini dile getirerek İstanbul'a plak doldurmaya gider.

 Celal Güzelses Bayandırlık bakanı Feyzi Pirinççioğlu'nun ısrarıyla 1917'de bir tesadüf sonucu tanıştığı Mustafa Kemal Paşadan "Şark Bülbülü" ünvanını alır. 1934 yılında soyadı kanunun kabulu ile soyadını sesinin güzel oluşundan alır.

Celal Güzelses 22 haziran 1943 tarihinde Diyarbakır halk musiki cemiyetini bir kaç arkadaşı ile birlikte kurar. 1950'de cemiyete yapılan resmi ödenekler ve belediye yardımlarının kesilmesi üzerine cemiyetten ayrılır. 1956 yılında kendisinden ayrılan arkadaşlarının yıldız kulubünde toplanmasıyla Celal Güzelses sarsılır. Ulu cami baş müezzinliği için vilayete başvuruda bulunur. Bu görevi 1956 yılından vefatına kadar (1 Şubat 1959) devam eder.

 Vefatına Diyarbakır halkı çok üzülür. Naaşı Ulu Camii'den eller üzerinde ilahi ve tekbirlerle Şeyhi Zeki Efendi'nin metfun bulunduğu kabrinin alt kısmına vasiyeti üzerine defnedilir.

                                                                                   

Celal Güzelses'den yaklaşık olarak 46 türkü derlenmiştir. Derlenen bazı türküler:

Ağlama Yar Ağlama

Bülbülün Kanadı Sarı

Dağlar Dağımdır Benim

Esmerin Ağı Gerek

Mardin Kapı Şen Olur

Nare Esvap Yıkıyor

Vallahi O Yardır

Adil Efendi

Ala Geyik

Aldı Zihr-i Tigine

Arkadaşlar Benim Derdim

Arpa Orağa Geldi

Ayrıldım Gülüm Senden

Ayvanda Yatan Oğlan

Az Kaldı Bayram Ola

Bahar Olur Yeşillenir Bu Bağlar

Bahçede Yeşil Çınar

Ben Şehid-i Badeyim

Bende Yetim (Beşiri Hoyrat)

Bilmeden Kapını Çaldım

Biner Paytona Gider Seyrana

Bir Güzel Ki On Yaşına Girince

Böyle Bağlar

Bu Dere Baştan Başa

Bu Dere Baştan Başa

Bu Gün Ben Yari Gördüm

Bülbülün Kanadı Sarı

Buy-i Vahdet Almışam

Coşkun Sular Ne Bulanık Akarsın

Dağda Duman Yeri Var

Dağdan Kestim Değenek

Dağlar Dağımdır

Dağlara Lale Düştü

Daldalanım (Muhalif Hoyrat)

Daldan Alım

Dedim Ey Efendim Gel Kıyma Bana

Derman Aramam Derdime

Düş Müdür Hayal Mıdır Bilmedim

El Ele Ver Gidah Puruthanaya

Eminem Oturmuş Taşın Üstüne

Esmer Bugün Ağlamış

Esti Baharın Nesimi

Evlerinin Önü Kavak

Evsel'i Duman Almış

Felek Gayet Dönek

Fincanın Etrafı Yeşi

Garibim Bu Vatanda

Hamaylı Boynundayım

Hele Yar Zalim Ya

Kalemi Kaşta Koydun

Kar Mı Yağmış Diyarbakır'ın Dağına

Kara Gözler

Karanfil Eken Bilir Malamın

Karşıda Görünürsün

Karşıki Dağlar Beyazlara Bürünmüş

Karşıki Dağlar Dumanından Bükülü

Karşımda Durdun Yete

Mardin Kapı Şen Olur

Mavi Yüzük Firuze

Meclisine Mail Oldum

Nare Esvap Yıkıyo

O Yarimin Damından

Odasına Girdim Fincan Elinde

Sana Dil Verdim

Sen Gideli Üç Gün Kaldı

Silmedin Göz Yaşını

Sürme Ben

Visalinle Bu Şeb Yari Canım

Yar İçerden (Muhalif Hoyrat)

Yaradan (Hoyrat)

Yaş Destanı

Yavrum Bugün Yaradan Var

Yenikapı'nın Yokuşu

Çarşamba, 24 Mayıs 2017 12:29

Cavit Karabey

Yazan

Cavit KarabeyCavit Karabey  ( d. 1962 Bayburt - ö. 14 Ocak 2008 Viranşehir, Şanlıurfa) Türk arabesk ve halk müziği şarkıcısı.

1986 yılında müzikle profesyonel olarak uğraşan sanatçı, ilk albümü 'Sensizlik Öyle Zor ki'yi bu tarihte çıkardı. Bu tarihten sonra 19 albüme daha imza atan Cavit Karabey’in “Seni Sevmeyen Ölsün, Sevdiğimi Biliyorsun, Çift Camlardan Ses Gelmiyor, Vay Be, Mihriban, Allah’ından Bul, Geceler,Sen Aslanlar Gibisin,Bir Alemsin,Aney “Kalbimdesin Kalbimde' isimli parçalar en tanınmış eserleri arasında yer almaktadır. Lakabı Arabeskin Kralı olan sanatçı program yapmak için gittiği Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde kaldığı otel odasında kalp krizi geçirerek yaşama veda etmiştir. Cenazesi 14 Ocak 2008 tarihinde Ankara Karşıyaka Mezarlığı 'nda toprağa verilmiştir. Karabey, evli ve 3 çocuk babasıdır.

Diskografi

Sensizlik Öyle Zor ki (1986)

Uğrunda Ölürüm-Sen Aslanlar Gibisin (1987)

Kalbimdesin Kalbimde (1989)

Mahkûm (1989)

Kısmetine Küs - Varlığın Yeter (1990)

Can Kalmadı (1990)

Gardiyan (1990)

Bir Lokma Ekmek İçin (1990)

Senden Başka Tanımam (1990)

Garipler Sokağı (1990)

Yaralandım (1991)

Beton Duvar (1992)

Vay Be - Gurbet Arkadaşım (1994)

Klasikler :Görüş Günü - Şehit Asker (1996)

Gençliğimi Satıyorum (1996)

Klasikler 2 (1997)

Aney Ah Be İstanbul (1997)

Gurbetin Seçme Uzun Havaları 3 (1998)

Allahından Bul - Geceler (2001)

Sevdiğimi Biliyorsun (2006)

Çarşamba, 24 Mayıs 2017 08:04

Cahit Seyhanlı

Yazan

Cahit SeyhanlıCahit Ceyhanlı D. 1939 / Ö

1939 Yılında Adana´nın Kocavezir mahallesinin 38 sokak ve 126 nolu evinde doğdum. Beş çocuklu bir aileydi bizimki, ölen de olsa beşten aşağı düşmemiş çocuk sayısı. Beş çocuğu olanlardan yol parası almazlarmış.

***Babanız ne iş yaparmış?

---Oturduğum binanın altındaki (Kuruköprü´de) Köse Bekir´de hamal başıydı babam. Ve en son Çukobirlik´de abimle birlikte çalıştılar.

***Hangi okula gittiniz?

---7 yaşlarında Trahomsuz okulu denen Cumhuriyet İlkokulu´na babam götürdü kayıt etmek için, zayıf ve çelimsiz olduğum için okula kayıt edilmeyince de ayakkabıcı çıraklığına verdi. Daha sonra da ayakkabıcı kalfası oldum Büyüksaat´te.

***Okumayı nasıl öğrendiniz peki?

---İnönü İlkokulu´ndaki gece mektebine gittim.

***O zamanlar mı şarkı, türkü söylerdiniz?

---Ayakkabıcı iken türkü söylerdim, beğeniliyordu. 4-5 arkadaş İstanbul´a kaçtık ayakkabıcı olarak. İstanbul´da çalıştığımız yerde türkü söylerken, komşu dükkândaki usta: ”Bu çocuğun sesini araya vermeyelim, bir müzisyenin fikrini alalım.” demiş. Bunun üzerine, Karagümrük´teki müzisyen İhsan hocanın yanına gittim… İhsan hoca bana: ”Evladım seni çok methediyorlar, bir oku da sesini dinleyelim, sizin ordan güzel sesli insanlar çıkar” dedi. Yıl 1957´diydi… Bir türkü okudum. İhsan hoca:”Maşallah”dedi… Daha sonra parmaklarıma do, re, mi, fa, sol, la, si, do  olarak nota dizinini yazıp, okuttu. Bu olaydan sonra ben biryandan ayakkabıcı olarak çalışırken, diğer yandan da İhsan hocanın gittiği düğünlerde, yaptığı konser organizelerine birkaç defa gittim.

***Daha öncesinden yani daha çocukken müzikle ilgili belirtiler olmuş mu hayatınızda?

---Babamın arsa alırken diktiği dut ağacına çıkıp altı yaşlarında çocukça türküler söylerdim.

***Ailede başka sesi güzel olanlar var mıydı?

---Annem:“Sen sanma o sesin güzel, o ses benden sana hediye” demişti. Kızımın, çocuklarımın da sesi güzeldir aynı zamanda. İşte o yıllarda annem hâlâ kendi sesini beğeniyordu. Sonra bir gün, yine o yıllarda patronun bana hediye olarak verdiği kasetçaların ses kayıtını açtım. Anne dedim bir çek hele: ”Yükledin Üstüme Bu Gamı Felek”i okudu. Ardından, onun çok sevdiği türkü olan: ”Ayağına Giymiş Kara Yemeni”yi birlikte okuduk. Sonra kendine dinlettim türküleri. Kasetçalara aldığım sesi dinlemek için düğmeye bastığımda annem: “Aboovv bu ne ki?..” dedi “kendi sesini kendin mi dinliyorsun?.. Daha sonra annem sesimin güzel olduğunu kabul etti ama hep ”Benim sesim güzel olduğu için senin de sesin güzeldir.”demekten vazgeçmezdi rahmetli annem. Sonra, annem yaşlandığında ben hep yardım edecem dedim, kimse el atmasın darılırım. Annemin şalvarını şişirip, denizde yüzdürürdüm. Oğlum da “baba baba “diye beni hopuna aldı. Babamın ağzına çerez koyardım, oğlum da çerez alıp benim ağzıma koydu. Hayattayken bedelini gördüm.

***Sonraki yıllarda müzikle ilgili nasıl gelişmeler yer aldı hayatınızda?

---Mahallemizdeki çamurlu evde oturduğumuz 1950 yazında bir kozaya gitme olayımız oldu. Elci adam toplarken biz de dahil olduk. Birer hat alıp pamuk toplamaya başladık. Ben türkü söylemeye başlayınca, bana “sen pamuk toplama, türkü söyle” dediler ve her biri topladığı pamuktan getirip avuç avuç bana vermeye başladı.

***Ne zaman ilk kez sahneye çıktınız?

---1954´de,14 yaşında iken Barcı Halil´in sahibi olduğu Yenisaz Gazinosu´nda “Nasıl oldu bilemem.” ve ”Hasta gönlüm sevdi seni aman aman.” adlı gazelleri okudum.  Orda beni dinleyen kunduracılar:”Dün akşam Cahit Seyhanlı´yı dinledim, ortalığı darmaduman etti.”demeye başlamışlar.  Birbirlerine beni göstererek:”O Cahit ha…”diyorlardı. Müziği seviyor, dinliyordum ama bir gün sanatçı olmayı aklımdan geçirmiyordum.

***İstanbul´a kaçtıktan sonra müzikte neler yaptınız?

---1958 yılında İstanbul´da Çakır Hasan´ın Gazinosu ile Beyoğlu Saz Gazinosu´nda misafir sanatçı olarak okudum öylesine

***Daha sonra askere mi alındınız?  

---1959´da Fatih Askerlik Şubesi´ne gittim. Adana´da askerliğe alınabileceğimi söylediler. Bunun üzerine Adana´ya geldim. Askere iki yıl kadar geç alınınca da Asfalt Rıza´nın Emirgan Çay Bahçesi ile bugünkü Büyükşehir Belediye binasının hemen arkasında yer alan Belediye Çay Bahçesi´nde 10.- TL yevmiye ile sahne almaya başladım. Neşe Karaböcek ile Nejat Uygur Tiyatrosu´nun ayrı ayrı sahne aldığı müzik programında ben de sahne aldım.  

***Askerliği sanatçı olarak mı yaptınız?

---Askerliğimin 3. gününde kurmay başkanının kızının düğününde gidip okudum. Daha sonra da Isparta´da orduevinde okudum sanatçı olarak. İki yıl kadar süren askerliğim boyunca çevre il ve ilçelerin orduevi ile halkevlerindeki konserlere de katıldım.

***Askerlik sonrasında neler yaptınız?

---Askerdensonra Adana´ya gelip yine Emirgan Çay Bahçesi´nde20 lira yevmiye ile sahne almaya başlıyordum. Aynı zamanda ayakkabıcılığa da devam ediyordum. İki sezon böyle sahne aldım.

***Yeniden İstanbul´a gitmeniz nasıl oldu?

---İşte askerlik sonrası Emirgan´da alt kadrolarında birlikte birkaç ay sahne aldığım Zeki Müren, Muzaffer Akgün, Yıldırım Gürses gibi sanatçıların:“İstanbul´a gel, boğulacaksan da büyük denizde boğul” gibi sözleri beni İstanbul´a gitmeye teşvik etti.

***Peki aileniz ne diyordu bu duruma? Malum ya o yıllarda sanatçının değeri bu günkü gibi değildi?

---Annem istemiyordu şarkıcı olmamı. Babam da, daha küçükken bu çocuğun sesi güzel, güzel hafız olur diyordu. Ben de hafızlığı, iki gözü kör olmak sanıyordum, Kur´an okuyan biri sanmıyordum o yıllarda.

***Sizi şöhrete taşıyan, “Veremli Kız” adlı eseriniz dinleyicilere nasıl ulaştı? Bir hikâyesi vardır mutlaka…

---Murat Plak´a böyle böyle ”Veremli Kız” adlı eserim var dedim. “İnanıyorum evladım güzel” dedi. Sesimi dinledikten sonra 250 lira verdi  “hımm hımmm” da diyerek. Çok beğendi yani. Firmayla anlaştıktan sonra birdenbire ”Veremli Kız”ı çıkaramadım. Önce kendimi kabul ettirmem gerekiyordu. Bu yüzden 1965 yılının sonuna kadar patronun dediğini yaptım, dediği şarkıları okudum. 65´de patrona “Veremli Kız”dan söz açtım… “artık okuyayım.” dedim. ”Bu konuda ne düşünüyorsun?..” dedi. “Nedret Güvenç´ i bana bulun.”dedim.

***Nedret Güvenç plaktaki ağlayan kızdı değil mi? Veremli kız yani.

---Evet oydu?.. Ben bulun deyince onu buldular. “Ne yapacam?” dedi Nedret Güvenç.” Filmdeki gibi ağla; kan, kan yine kan de dedim hıçkırarak.  Böylece askerden geldikten sonraki üçüncü yılda, 1965´lerde “Veremli Kız”ı okudum. Nedret Güvenç “kan, kan yine kan” derken ben çok duygulandım. Plak bitti bir alkış koptu… Patron: “Hayatını okudun be evladım” dedi. Yaptığımız prova başarılı bulundu. Biz yeniden okumak istesek de prova kabul edildi. Nedret Hanım´la birlikte bize bir milyon verdiler. Verilen paranın 500 lirasını Nedret Hanım´a verdim. Nedret Güvenç: ”Ooo… Böyle para kazanmadım 3-4 dakikada. Şimdi ben bunu hak ettim mi?” dedi. “Veremli Kız”ın arkasına “Beyazlanmış saçının telleri” adlı eseri okudum. O da “Veremli Kız” kadar sükse yaptı. İkisi bir arada çok beğenildi, tutuldu. Sonra müthiş bir tebrik yağmuru geldi. Doğubank´da herkes beni tebrik ediyordu tanıyan tanımayan. Patron 4-5 yerde plak bastırsa da kavuşturamıyordu. Karaborsaya bile düşmüş “Veremli Kız”. Plak başı 25-30 kuruş verin desem zengin olurdum.

***”Veremli Kız”ı ne zaman ve nasıl bestelediniz? Sizi etkileyen bir gerçek olay oldu mu?

---Birçokları daha önce kendi tavır ve yorumlarıyla ”Veremli Kız” türküsünü değişik sözlerle başka başka makamlarda okumuşlardı. Ben de kendi tavrımla derleyip, birçok sözü tarafımdan yazılarak sunulmuş olan “Veremli Kız” ve devamı kabul edilmiştir ki, bu bana ait olarak okuduğum her yerde ağlayan ve ağlatan bir plak olarak bilinip kabul edildi.    

***Cahit abi biz sizin türkülerinizle, uzun havalarınızla, gazellerinizle büyüdük. Hatırlıyorum, ”Veremli Kız” o yıllarda bomba gibi patlamıştı. Sonra “Kadifeler Gibisin”, “Gelmişim Meyhaneye” aldı başını gitti. Bazı şarkılar var ki olay haline gelmişti. Sizin eseriniz de onlardan biriydi. Peki siz ünlü olduğunuz o sıralarda başka teklifler de aldınız mı?

--- Yurtdışından her ülkeden gelen organizatörler oldu Almanya, Fransa ve diğer ülkelerden. Çok ekstra konserler de vardı. Televizyon yoktu henüz. Edirne - Erzurum arası birkaç yurt içi turne de yaptık. Fakat yurt içinden gelen bir teklif çok cazipti… Bir plakçı: “Cahitciğim arkalı önlü oku yüz bin lira” dedi. Dedim sen benim Adanalı olduğumu bilmiyorsun herhalde, tükürdüğümü yalamam.”

---Tam bir Adanalı cevabı valla… (gülüyoruz…) ”Veremli Kız”la altın plak da kazanmıştınız galiba?..

---Plak ölçülerinde Avrupa çapında platin plak kazanmışım. Türkiye´de platin yoktu, altın plak verdiler. Ardından “Meyhaneci” ve “Kadifeler Gibisin”i okudum. Sonra Nedret Güvenç´i de başka firmalar kaptı.

***”Veremli Kız” toplumdan nasıl bir tepki gördü?

---“Veremli Kız” yüzünden ölenler oldu. Hürriyet Gazetesi plak kaldırılsın diye yazdı. Ben üzülürken patron “gözün aydın…” dedi “prim yaptı, alan bir daha alır.” Hürriyet Gazetesi´nin bu haberi üzerine bu kez Gül Gülgün isminde gülen bir bayan buldum. Bestesi ve güftesi Adnan Varvaren´e ait olan “Gelmişim Meyhaneye” adlı şarkının başına “Meyhaneci meyhaneci içme” diyor o gülen bayan. “Veremli Kız”ı geçti bu plak. Patron dedi:”Cahit tesadüf değilmiş, sana ne hediye vereyim.” Dedim:”Araba yok…” 64 Chevrolet marka bir otomobil aldı. Bir gecede 3-4 yere gidiyoruz. Bir gün saydım yedi yere konsere gitmişiz. Akşam diyorum, 21:15´de konser vermezsen gelmem. Hoca bir gün sabah Allahuekber derken sahne aldım. Alt kadro: “Aman elini çabuk tut” diyor. Bu ara şoför dedi ki:”Abi ben sana yük olmayım, sen bana bir plaka al.” Dört bin liraya plaka aldık sonuçta. 500 lira da bahşiş verdim “Babaların babası…” dedi bahşişi alan adam. Yanlış demeyim şimdi o plaka 2 trilyon (iki milyar) eder. Akıl olsaydı 10-20 tane plaka alırdım. Sonra o arabayla, askerde plaklar dolduracağız, paralarımız ve kuyruklu arabalarımız olacak diyerek hayaller kurduğumuz Şarlo Cemil´in yanına geldim Adana´ya. Kapıyı vurunca: ”Allah Cahit gelmiş” dedi. Dedim: ”Şarlo kalk İstanbul´a gidiyoruz.” ”Araban var mı?” deyince “Var” dedim; “Askerde hayaller kurduğumuz kuyruklu araba geldi” dedim. “Allah…”dedi. İstanbul´a götürdüm onu. Yakınlarda o da rahmetli oldu. O yıllarda mutlu yaşadık.

***Şöhret dediniz; elde, avuçta tutmak zor, yedi bela değil mi?

---Adana´ya geldik, şöhreti yaşadık… Para var, şöhret en büyük belâ. Gençlere örnek olsun diye anlatıyorum… Alkolü çok sevdim, kumar oynamaya başladım. Aynada kendimle konuşmaya başladım eleştirerek. Bunları bırakmak için. Günlerden bir gün Eyüp Sultan´a konsere gittik. Spiker dedi:”Geldi, geldi bakın kim geldi? Cahit Seyhanlı geldi. Adnan Şenses vardı, pirimiz Abdullah Yüce´ydi. Hoş geldin dedik. İbrahim Tatlıses burdayken elimden öptü. ”Sen bizim babamızsın.” dedi.

***Şöhretli olmakla olmamak arasındaki insanın yaşadıkları çok farklı ve şaşırtıcı şeyler değil mi?

  --- Cahit Seyhanlı olarak şöhret olmadan önce, Adanalı Cahit´ken yaşadığım bir olay var… Fevzi Üreten ve İsmail Demirdöğen gibi iki misafirim geldi. Cebimde 2,5 lira param vardı. Ben çay, onlar kahve içmişlerdi. Param oraya kadardı. Bir misafirim daha gelse mahcup olacaktım. Kahveye 2,5 lirayı verdim. Bir işim var diyerek orayı terk  ettim. O yıllarda, 1966´da o bahsettiğim Fevzi Üreten ve İsmail Demirdöğen benden habersiz ”Veremli Kız”ı okudular. O arada Zeki Müren Çiftlik Gazinosu´nda okuyordu. Her sahneye çıkışında da “Veremli Kız”ı okuyormuş beni anarak. Sonra kendisinin okuduğu plak şirketinden:”Zekiciğim sen her şeyi güzel okuyorsun, bu şarkıyı da oku” dediklerinde: ”Cahitciğimin diline sağlık ne kadar da güzel okumuş. Yani demek ki ne haddimize okumak. Cahitciğime teşekkür ederim.”dediğini en yakınındaki müzisyen Polat Tezel bunu bana nakletti. Ölenlere rahmet, kalanlara selamlar.  

***Şöhretli olmak ya da olmamak yerine göre kişi ve olayların size bakış açılarını da değiştiriyor…

---Sanatçıysan okuduğun iki şarkı, kısmetin de varsa hayatının yönünü değiştiriyor. Sporsuysan attığın iki golle aynı şartlarda orda da rayicin artıyor. Aslında maya sağlam da satışa sunmak şans işidir. Şans çok lazımdır insana, herkese lazımdır, tavsiye edilir. Anlamışu: Hani Adana´da 20 lira yevmiye ile sahneye çıktığımız günleri söylemiştik başlangıçta ya o 20 lira günün birinde İzmit´te karşıma çıktı. Öylesine kendini tanıtmak için birçok pozisyonlar eline geçiyor ya da geçmiyor. O yıllarda gece sabahlara kadar konserler tertip edilirdi. Ünlü, ünsüz birçok sanatçı o bölgelerde konser vermek üzere çeşitli adreslere, çeşitli sinemalara giderdik. Biz sıra bekleyen isimsiz sanatçılardık. Ara boşluklarında bize,  sıran geldi, hazır ol gibi uyarılar yaparlardı. O gün Kocaeli, İzmit Kültür Sineması´nda Nesrin Sipahi Hanımefendi sahneye çıktı. En az bir saat okuması gerekirken yarım saatte programı bitirdi. Sonra bana baktı organizatör:”Hadi Cahit´im” dedi. Takdimci:”Adana´dan bir gencimiz var, Cahit” dedi, beni sundu. Milletin gözüne baktım. Önce bir selamünaleyküm dedim. Onlar bana aleykümselam deyince dedim bunlar benim okuyacağım kişiler. En ön sıranın ortasındaki protokolda rahmetli İzmit Belediye Başkanı Leyla Atakan hanımefendi oturuyordu. O kadar şarkıyı türküyü candan alkışlarıyla beni taltif ediyordu. Sonrasında öğrendim ki: ”Bu delikanlı burda yapacağımız her konsere gelecek”  demiş. Bir saate yakın sahnede durdum. Seyirciler beni omuzlara almışlardı. Bırakıp gitsem yeniden sahneye gelmemi istiyorlardı. O yıllarda, o günlerde gittiğimiz konserlerde bize 40-50 lira ücret veriyorlardı. Bizim ücretimiz oydu sanki. Benden önce okuyan Nesrin (Sipahi) ablaya üç bin lira verdiklerini gördüm. Ben ondan yarım saat daha fazla okumuştum. Devrisi gün yazıhaneye gittim. Benim elime de iki tane büyük para sıkıştırdılar. Merdivenlerde avucumu açtım, paraya baktım iki onluk vermişler. Dedim ki yarabbi bunlarla beni hakkımı almak üzere karşılaştır. “Veremli Kız”ın akabinde aynı organizatör bir konser sonrası “avucunu aç” dedi. 5-6 tane yüzlük saydı elime. “Cahitciğim yeter mi?”dedi. Dedim:”Baba sizlerde alacağım var. Bunların hepsini sizden alacam” dedim. Allah bana bu zevki tattırdı. Yani öyle ki… Bir plak veya iki plak, bir gol veya iki gol insanın kaderinde neleri değiştiriyor. “Veremli Kız” plağını okumaya giderken bir odada üç arkadaş kalıyorduk. Kapıdan çıkmadan dedim ki: ”Ya rabbim kısmetimde varsa bu plakla benim ufkumu genişlet. Yoksa ben mesleğime döneyim, ayakkabıcılık daha eftaldır.   

***Şimdi aradan geçen yaklaşık 50 yıl sonra anılar deyince başka neler geliyor aklınıza?

---O günden bu güne anlatılacak çok hatıralar var şöhret öncesi, şöhret sonrası… Meslek sahibi iken kendime has bir düzenle hayatımı idame ediyordum. Çok erken gurbete kaçtığımdan dolayı yani 1956´da, 1,5 yıl sonra Adana´ya döndüğümde rahmetli babam: Oğlum sen evimizin gülüydün fakat erken kaçtın, günün birinde sen de evlat hasreti çekesin. Çok uzaklara gidesin” dedi. Dedim ki baba İstanbul´a giderken Ankara´yı da görüyoruz. Bir gün de İzmir´e giderim. Zaten Adana benim memleketim. Gurbet bunun neresinde? Rahmetli babam dedi ki:”Almanya´ya gidesin” dedi; ”İngiltere´ye, Fransa´ya gidesin.” Aklına gelen devletleri saydı. Ben oysa o zaman güldüm. Dedim:”Baba biz oraları filmlerde görüyoruz. O senin saydıkların bir hayalden ibaret. “Sonuç… Evlat hasreti çekesin.” dedi. Adana Kocavezir mahallesinden İstanbul´a mesleğiyle birlikte kâr, kazanç sağlayan bir delikanlı aklından geçiremeyeceği sanatçıları dinleme şerefine nail oluyor… Başta Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Müzeyyen Senar olmak üzere Safiye Ayla´lar, HamiyetYüceses´ler.. Dümbüllü İsmail´leri sahnelerde seyredip onlara hayranlığı çoğalıyor. Sonraki günlerde, yani 1957-58 işte, benzer sazlarla Çakıl Gazinosu´nda deneme maksatlı sahneye çıkan herkesin beğenisini kazanan, sanata meyil etmiş kişi olarak anlattığımız dershanelere gönderilmeler. Gittiği her yerde kendini kabul ettiren, beğendiren, gurbeti bitirip askere gitmek üzere Adana´ya gelen, başta Emirgan, sonra Belediye Çay Bahçesi sahnelerinde kisveye bürünen, artık dönüşü olmayan bir daha ayakkabıcılığa, hayalinde olmayan yeni bir sayfa açan bir Cahit, yeni bir döneme Isparta 58.Tümen 3. Er Eğitim Tugayı birliği sırasına girdi. Orada sesi güzel olanlar, sazı çalanlar, sahne bilinci olanları seçerken hemen o anda şarkılar, türküler söyletmeye başladılar. Anlattığımın 3. günü Kurmay Başkanının kızının düğününde ilk konseri vermeye başladık. Yani o günkü konserlerimizde başta Isparta Valisi ve tümen, tugay komutanlarımız hemen hemen her gün dinlerlerdi. Çevre il ve ilçelere, Afyon, Antalya´ya kadar gittik konserler vermek için. Her gittiğimiz şehirde, kazada, nahiyede 16 yaşından beri beynimde, zihnimde olan “Veremli Kız”ı okur, takdirler, davetler alırdık.

Biz o yıllarda Cemil Erol (Şarlo) ile hayaller kurardık. Cemil Erol Adana´mızın darbukacılarındandı. Kurduğumuz hayaller gerçeğe döndü. Terhis olduk, 1966 yılında Şükran Ay - Cahit Seyhanlı Türkiye turnesine çıktık. Ardından, 1967´de Muzaffer Akgün - Cahit Seyhanlı Türkiye turnesine çıktık. Bu aralarda bir günde 3, 5, 7 defa sahneye çıktığımız oldu. Sene 70´de dediler: ”Cahitciğim İngiltere turnesi yapıyoruz.” Neşe Can hanımla orada bir müddet kaldık. Sonra hani diyoruz ya şöhret başlı başına bir bela, arkadaşlarla alkolü biraz fazla kaçırmışız ve özel odama girdim 3yaşındaki kızımın resmi duvarda asılıydı. Resim canlandı:”Baba gel” diye. O gün orda ağladım. Fakat bir yandan da:”Baba burda beni yakaladın” dedim. Sonra da o dediği devletlere gittim, aynı anıları yaşadım. Orda ki (Londra) topluluklarda olan sanatçı arkadaşlar: “Burdan Kıbrıs´a gidelim” dediler. Yine ordan İngiltere´ye, Fransa´ya, Fransa´dan da Almanya´ya geldik. Köln´de Yüksel Özkasap´ın eşi olan plakçı Yılmaz Asöcal bizi ağırladı. Önce ben kendimi feda ettim gidelim Kıbrıs´a bize ne yapacaklar diye. Menajerimle Kıbrıs´a gittik (1970). Menajerim hem İngiltere hem de Kıbrıs vatandaşıydı. Kıbrıs´ta gümrüğe girdik, neyin nesisin, neyin fesisin deyince memurlar, ben Adanalıyım dedim, Kıbrıs bize çok yakın, merak ettim dedim. Onlar da dinlemeyip, karanlık bir odada gözetim altına aldılar beni. O ara orda ki Kıbrıs Rum Gümrük polisi beni plaklardan tanıdığı için Cahit Seyhanlı deyip bana sahiplendi. Adamın da Türkçesi o kadarmış. Yalnızca Cahit Seyhanlı biliyormuş, gerisini konuşup, anlaşamadık. O da diğer Rum polislerine benim hakkımda bir şeyler anlatmaya çalışsa da anlatamadı. Ve beni geri iade edeceklerini söylediler. Menajerim Limasol Belediye Başkanı´nı meğer yakından tanırmış, gitti, beni bırakıp. Ne yardımda bulunduysa oraya, şimdiki ismiyle rüşvet ne verdiyse, bir aylık müsaade çıktı bize Kıbrıs için. Diğer arkadaşlar başka bir uçakla geldiler. Buluştuk. Havaalanından çıktığımda yarabbi burda bizim ecdadımızın canı, kanı, muhabbeti var deyip toprağı öptüm. Benim insanlarım buraya elini kolunu sallaya sallaya inşallah gelsinler dedim. Ordan beni bir yere götürdüler. Orda tanıyıp da çıkaramadığım bir beyefendi:”Hoş geldin Cahit” dedi. Önce toparlayamadım sonra Dr. Fazıl Küçük olduğunu anladım. Halkın Sesi gazetesinin sahibiymiş. Sonra özür diledim tanıyamadığım için. Sonra, sizin1957´de İstanbul Beyazıt Meydanı´nda yaptığınız büyük mitingde ben de vardım efendim dedim. Daha da sevindi. Bir sonraki gün koca bir resmimin yayınlandığı gazete, “Cahit Seyhanlı mücahit kardeşlerinin moral eğitimine geldi” diye bir başlık attı. Kıbrıs´ta sayısız konserler verdik. Baba ruhun şad olsun.                                                               

Eski tabirle salonu tıklım tıklım mı doldururdunuz salonu?                

---Öyle olurdu… Çok rağbet olurdu. Ve şu an aklıma bunun bir hatırası da geldi… Güler Gürses Adana´da sahne alan sanatçı arkadaşlarımdandı. Eşi Adanalıydı. “Cahitciğim n´olur burda kalma, Adana´da kendini harcatma” diyenlerdendi. Sonra, Güler Gürses´in karşısına Bursa´da, ünlü olduktan sonra Cahit Seyhanlı olarak çıktım.” Gazinodaki müşterileri göstererek bana:”Bugünün solisti sensin Cahit sen en son çıkacan” dedi. Dedim yok… ”Bu seyirci senin seyircin, sen doldurdun “dedi. Ben kabul etmedim. Dedim yok… Sen benim ablamsın, saygı duyduğum insansın dedim. Sonunda onu çıkardım benden sonra.

***Burda da biraz sahnelerin Adanalılığı var, güzel, centilmence bir davranış… Özellikle bir bayan sanatçıya yapılan güzel bir jest.

            ---Yine bir diğer anı… Ceyhanlı bir çocuk öğretmendi:”Ben İstanbul´a gelecem, plak okuyacam“ dedi. O çocuk Hakkı Bulut´tu. Geldi, okudu, şöhret oldu. Boynuz kulağı geçti. Hakkı Bulut´la 7-8 ay birlikte çalıştık. Günde 2-3 konser verdik.

            ***Adana İl Radyosu´nda, “Çukurova´dan Sesler”de yer aldınız mı?

---Askerden geldik, Selahattin Sarıkaya´nın babası amca gibi yakındı, ailece görüşüyorduk. Selahattin Sarıkaya etrafına topladı Şaban Gen, Abdurrahman Yağdıran, Hacı ve diğer arkadaşları. Selahattin Sarıkaya bana da:”Cahit ne diyorsun kalacaksan kal, gideceksen sen bilirsin.” dedi. Ben İstanbul´a geldim o ara o nedenle de radyoda bulunmadım. 

Alkolü çok sevdim, kumar oynamaya başladım dediniz… Daha sonra bunları bırakmak için tövbe mi ettiniz?

---Bir gün bir kumarhaneye geldim. Cebimde 2-3 bin mark vardı, kumara verdim. Aşağı indim akşam ezanı okunuyordu. Yarabbi akşam ezanı şahit olsun ben artık bıraktım kumarı, tüm kötü alışkanlıklarımı bıraktım dedim. Arkadaşlar çağırdılar, aramayın, aramayın bıraktım dedim. Bazılarını kıramadım ama baktım yine olmuyor. Sonra dedim artık kesin bıraktım…   Geldim ev içki dolu, hep dağıttım eşe dosta. Ben artık namaza başladım dedim. Eşim, “ben de başımı bağlayayım” dedi. Sonra cemaat olduk. Erbakan´la tanıştık. Dediler ki:”Kasımpaşa´ya konsere gidek. Genç bir il başkanı var. Baktım Tayyip Erdoğan. Organizatör o gün için konserleri farklı partilere, ortamlara satıyordu. Bir Mıstık vardı… O en çok alkış alıyordu… Mıstık bakıyor CHP… İsmet Paşa´nın resmini koyuyor. “Paşam paşam..” diyor sahneye çıkıp. Başka bir konserde bakıyorsunuz Adnan Menderes´in resmini koyuyor… İşte daha sonra 1985´de Hac´ca gittik… Hac´dan sonra (1985) veda tavafı yaparken, yarabbi bunu veda tavafı olarak kabul etme. Bu kapı bana açılsın defalarca, gelim dedim. Sonra altı kez daha hacca gittim. Kaynanamın, kayınbabamın, annemin, babamın yerine hacca gittim. Bacım da öldü rahmetli. Ali Ercan´ın şirketi olan Ercan Kasetçilik´e iki tane ilahi kaseti okudum müziksiz olarak. Şimdi ilahilerin içine müzik, çeşitli orkestralar koydular, dejenire ettiler.

            ***Bestelerinizin güftelerini de mi siz yazdınız?

            ---Hepsini değil; ayrıca ozan veya şair de değilim.

            ***Şimdiye kadar kaç beste yaptınız, kaç plak doldurdunuz?

---30-40 kadar var

            ***Müziğin dünle bu gününü karşılaştırdığınızda nasıl bir sonuç çıkıyor ortaya.

            ---Biz o zaman bilek ve yürekle yaptık bu işi. Şimdi teknoloji ile yapılıyor. Arada büyük fark var. Şimdi müzik tam gündemde olmasa da gün gelir geri dönüş yapar, yine gündeme gelir

            ***Dünkü sahne sanatçılarıyla bugünküleri kıyasladığınızda durum nasıl?

           ---İstanbul´a gittiğimde Abdullah Yüce´nin elini öptüm. İbrahim Tatlıses de benim elimi öptü. Saygılı olanlar kazanıyor. Mağrur ve kibirli olanlar kaybediyor.

***Bestekâr ve ses sanatçısı olarak kimleri beğeniyorsunuz?---Benden başka herkesi.

***Çok teşekkür ederim bu detaylı röportaj  için Cahit abi.

---Ben de sana teşekkür ederim, sağ olasın…

Cumali KARATAŞ

Çarşamba, 24 Mayıs 2017 07:44

Binali Selman

Yazan

Binali SelmanBinali Selman (1931 Bayburt / 1996)

1931 Bayburt’ta doğdu. 1954’te İstanbul Radyosu’nun açtığı sınavı kazandı, memur-sanatçı olarak radyoya girdi.

Üflemeli halk müziği sazlarının tümünü çok iyi çalabilen Binali Selman, ney çalışıyla ün yapmıştır.

Geçimini sanatçı memur olarak sağlayan Binali Selman, 30 yıla yakın aralıksız İstanbul Radyosu’nda müzik hayatına devam etti. Barış Manço, Cem Karaca gibi ünlü isimlerin hit olmuş şarkılarına eşlik etti, kâh dramatik kâh komedi tarzı birçok Türk Sineması filminde onun çaldığı zurna yada ney sesi film müziği olarak hafızalarda yer aldı.

Anadolu’nun geleneksel müziğine hayat veren isimlerden biri olarak; radyo ve TV yayınlarındaki yorumlarıyla birlikte kendisini geniş kitlelere ulaştıran plaklarıyla dikkat çekerken, ünlü perküsyon ustası Okay Temiz’i de çok etkilemişti. 1972'de Stockholm'de kurduğu grupla İskandinavya ve Avrupa'nın tanınmış caz müzisyenleriyle Türk folk ve sufi müziğini tanıtan Temiz’in ‘Oriental Wind’ adlı projesine de dahil olmuştu.

Ağabeysi Yaşar Selman’la başlayan, oğlu Mahir Selman’ın da zaman zaman eşlik ettiği başta Amerika olmak üzere İskandinavya ülkelerinden Hindistan turnelerine kadar uzanan müzik hayatının en parlak yıllarını ise Okay Temiz ile geçirdi. Larenks kanseri ile mücadele ettiği son zamanlarında bile üflemeli halk müziğinin en iyileri olarak gösterilen birçok isme de el veren Binali Selman, Türk halk müziğinin tarihine iz düşen saltanatını, çok sevdiği zurnasıyla birlikte mey sanatçısı oğlu Deniz Selman’a bıraktı.

Türkiyenin gelmiş geçmiş en iyi Zurna üstadıdır.80li yıllarda Hindistanda yapılan yarışmada Dünya Zurna Çalma Şampiyonu olmuş ve ünlü Perküsyon müzisyeni Okay Temiz ile çıktıkları,dünya turnesinde 30 kadar ülkede Türk halk ezgilerini zurna ve vurmalı çalgılarla tanıtmışlar;kültür bakanlığınca ödüllendirilmişlerdi.Bayburtlu olmakla her zaman övünürdü,bu önemli üstat ve güzel insan ne yazıkki 1996 yılında hakkın rahmetine kavuştu.Ruhu şadolsun.

Çarşamba, 24 Mayıs 2017 07:41

Bimen Şen

Yazan

Bimen ŞenBimen Şen (1873, Bursa / 26 Ağustos 1943)

Bimen Şen'in asıl adı Bimen Dergazaryan'dır ve Ermeni asıllıdır;1873 yılında Bursa'da doğdu. Bir din adamı olan Gaspar Dergazaryan'ın dördüncü çocuğudur. Musikişinas bir aileden geldiği için sesinin güzelliği dikkatleri çekmiş, çocukluğunda kilisede ilâhi okumaya başlamıştı. Kazandığı başarı kısa sürede çevresine yayıldı. Daha on bir yaşında iken, bir münasebetle Bursa'ya gelen Hacı Arif Bey'e takdim edildi. Ona birkaç şarkı meşkettiren ve sesini çok beğenen üstat, bu sanatta ilerlemesi için İstanbul'a gönderilmesini tavsiye etti. Ailesinin şiddetle karşı çıkmasına rağmen, on dört yaşında iken ve bir kış günü İstanbul'un yolunu tuttu. Yanında bulunan para kısa sürede bitince açlık ve sefaletle karşı karşıya geldi. Kendi ifadesine göre onu bu durumdan yine açlık kurtardı. İş bulamayınca son bir çare olarak kiliseye başvurmuş ve ilahi okumuştu. Orada bulunan dindar bir Ermeni, sesini çok beğenerek himayesine aldı. banker olan bu şahsın yanında bir süre çalıştıktan sonra serbest ticarete başladı. Böylece maddî durumu düzelen Bimen Efendi, bir yandan sarraflık yaparken; bir yandan da çevresini tanımaya çalıştı.

O dönemin ünlü musikişinaslarından Tamburi Cemil Bey, Neyzen Aziz Dede, Şevki Bey, Kanuni Hacı Arif Bey, Rahmi Bey, Hanende Nedim Bey, Hacı Kirami Efendi ve özellikle Hacı Arif Bey'den çok şeyler öğrendi. Yaşadığı sürece ünlü bir hanende olarak tanındı ve takdir edildi. Süleyman Nazif onun için şu beyti yazmıştır:

Ebedi nazımıdır san'at-ı feryadımızın

Öperiz ağzını hep Bimen-i üstadımızın

Çok tanınmış bir ses sanatkârı olduğu halde gazinolarda çalışmadı. Özel musiki toplantılarında okurdu. Akşamları "Eldorado" gibi gazinolara gider ancak, hatırından geçemediği dostlarının ısrarı ile oturduğu yerden bazen bu fasıllara katılırdı. Konserler vermiş ve plâklar da doldurmuştur.

Rahmetli ATATÜRK'ün daveti üzerine Ankara'ya gelmiş , zaman zaman olmak üzere Dolmabahçe Sarayı'na da çağrılmıştır. Bir gazete röportajına verdiği cevapta bir musiki aleti kullanmadığını, nota bilmediğini, eserlerini başkalarının notaya aldığını, musikiden ve eserlerinden para kazanmadığını, bir kırgınlık sonucu piyasadan çekilerek evvelce biriktirdiğini satarak geçindiğini söylemiştir.

Bimen Efendi, 26 Ağustos 1943 tarihinde öldü. Cenazesi Lemi Atlı, Neyzen Rıza Bey, Tanburî Dürrü Turan, Sadeddin Kaynak, Artaki Candan gibi tanınmış musikişinasların katıldığı kalabalık bir toplulukla kaldırılarak, Feriköy Ermeni Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.

Çarşamba, 24 Mayıs 2017 07:38

Berkant

Yazan

Berkant AkgürgenBerkant Akgürgen, (31 Aralık 1938, Ankara - 1 Ekim 2012, İstanbul)

Berkant Akgürgen, babası Hasan Akgürgen'in Köy Enstitülerindeki görevi nedeniyle Ankara'nın Hasanoğlan Köyü'nde 31 Aralık 1938 tarihinde dünyaya gelmişti. 1945 yılında ilkokula Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde başlayan Berkant, babasının tayini çıkınca eğitimine önce Bilecik sonra da Denizli'de devam etti[5]Ortaöğrenim yıllarında mızıka ile edindiği müzik tutkusunu, piyano çalmaya başlayarak sürdüren Berkant, 1956 yılında yatılı olarak okuduğu Denizli Lisesi' nden mezun oldu.

İlk kez 1957 yılında Ankara'da bir düğün salonunda "Üstün Poyrazoğlu Orkestrası" ile sahneye çıktı. Aynı yıl kurduğu "Jüpiter Kenteti" adlı müzik topluluğu ile gece kulüplerinde çalıştı. Bu süreçte tanınmasının ardından TRT Ankara Radyosu'nda program yapmaya başladı. Askerlik sürecinde bando takımında yer almasının ardından İstanbul'a giderek saksafon öğrendi. 1964'te Ankara'da Yurdaer Doğulu ile orkestra kurarak çalışmalarını sürdürdü. 1965 yılında Vasfi Uçaroğlu Orkestrası'na solist olarak katılan Berkant, ilk plağını aynı yıl çıkardı. Sezen Cumhur Önal, Metin Bükey ve Teoman Alpay ile de çalışan sanatçı, 1967 yılında çıkardığı Samanyolu adlı şarkısıyla çok kısa sürede zirveye tırmandı. 1967'de sinema alanında da yer alan Berkant, 1971 yılına kadar çeşitli filmlerde rol aldı. Beste ve şarkı sözü uyarlaması, yazarlığı yaptı.

Samanyolu Berkant'ın seslendirdiği, sözlerini Teoman Alpay'ın yazdığı ve bestesi Metin Bükey'e ait olan "Samanyolu" adlı şarkı, 1969 yılında Hollandalı pop şarkıcısı David Alexander Winter tarafından "Oh Lady Mary" adıyla seslendirilince batıda da tanınan bir parça haline geldi. Fakat parçayı tüm dünyada tanıtan şarkıcı Patricia Carli olmuştur[6]. Şarkının plağı 1968 yılında 100.000'in üzerinde satarak Türkiye'de platin plak alan ilk plâk olmuştur

Bir süredir akciğer kanseri teşhisi ile tedavi gören ve daha sonra evinde yaşadığı nefes darlığı sorunu nedeniyle durumu kötüleşen Berkant Akgürgen 1 Ekim 2012 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir.[4] Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

Çarşamba, 24 Mayıs 2017 07:35

Bergen

Yazan

bergenBergen (15 Temmuz 1959,Mersin - 14 Ağustos 1989; Adana

Belgin Sarılmışer, veya bilinen adıyla), Bergen Türk arabesk-fantezi şarkıcısı. 31 Ekim 1982'de kocası tarafından yüzüne atılan kezzap sonucu iki gözünü de kaybetti, daha sonra sol gözü görme yetisi kazandı ve sağ gözünün hasarı yüzünden saçlarını sağ gözünün üzerine atmasıyla, bazense güneş gözlüğüyle olan imajıyla akıllarda kaldı. 1986'da yayınladığı üçüncü stüdyo albümü "Acıların Kadını"nı albümü ve kendi hayat hikayesini anlatan albümle aynı adlı filmde oynamasının ardından "Acıların Kadını" olarak anılmaya başladı. Sanat yaşamı boyunca Sen Affetsen Ben Affetmem, Kader Diyemezsin, Benim İçin Üzülme, Elimde Duran Fotoğrafın, Neden Dönmesin? gibi pek çok şarkı bıraktı.

14 Ağustos 1989'u 15 Ağustos'a bağlayan gece, Pozantı, Adana'da boşandığı eşi tarafından kurşunlanarak öldürülen; 30 yıllık kısa yaşamına 6 Longplay, 11 kaset, 129 şarkı ve 1 video filmi sığdıran Bergen memleketi Mersin'e defnedildi .Toroslar, Mersin'deki asri anıt mezarlık ziyarete açıktır.

Daha sonra pek çok arabesk ve nostalji konseptli albümlerde şarkıları yer alan Bergen, Emrah, Funda Arar, Muazzez Ersoy ve Işın Karaca gibi pek çok sanatçı tarafından cover'landı.

Yalnızca resmi olarak yayınlanmış stüdyo albümleri yer almaktadır. Yıllar Affetmez'den sonra çıkan 3 albüm sanatçının daha önceden hiç yayınlanmamış kayıtlarını içerdiğinden, resmi diskografisine kabul edilmektedir.

Yıl           Albüm   Format

1982      Şikayetim Var     LP (1986'da MC olarak yeniden basıldı.)

1983      Kardeşiz Kader   LP (1985 ve 1990'de MC olarak yeniden basıldı.)

1985      İnsan Severse     LP, MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1986      Acıların Kadını    LP, MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1987      Onu da Yak Tanrım          LP, MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1988      Sevgimin Bedeli MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1988      İstemiyorum       LP, MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1989      Yıllar Affetmez (Aslen son albümü)            MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1990      Giden Gençliğim [2]         MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1990      Garibin Çilesi Mezarda Biter         MC (1999'da CD olarak yeniden basıldı.)

1991      Son Ağlayışım     MC, CD

Seni Vurmayan Ölsün (Korsan olarak piyasaya verilen konser kasedi.)

En Güzel Eserleriyle Unutulmayan Bergen (Akbaş Müzik'ten çıkan bir toplama albüm.)

Doğum tarihi bazı kaynaklarda 16 Temmuz 1960 olarak geçse de yakınlarının desteğiyle açılan resmi onur sitesinde 15 Temmuz 1959 olarak geçmektedir, hatta nüfüs kağıdında da doğum tarihinin bir yıl büyütülmüş olarak, 15 Temmuz 1958 olduğu açıklanmaktadır

.

Salı, 23 Mayıs 2017 15:28

Bekir Sıtkı Sezgin

Yazan

Bekir Sıdkı SezginBekir Sıtkı Sezgin (1 Temmuz 1936, İstanbul - 10 Eylül 1996)

Klasik Türk musikisi üslûbunun en önemli temsilcilerinden biridir.

Bekir Sıtkı, 1946-1948 yıllarında İzmir’de bulunan teyzesinin yanına gittiği zamanlarda buradaki Hisar Camii’nde ünlü bestekâr Rakım Elkutlu ile tanıştı ve bestekârın kendi eserlerini kendisinden öğrendi. Babası Hafız Hüseyin Efendi, annesi ise, güzel sesli ve güzel ud çalan Feride Hanımdır.

1942 tarihinde ilköğretime başlayan Bekir Sıtkı Sezgin lise yıllarında babasının teşviki ile başarılı bir sınavdan sonra İstanbul Belediyesi Konservatuarı’na girdi ve buradan mezun oldu. Denizli’de, 1956 yılında vatani görevini tamamlayıp, 1958’de İzmir’e yerleşti ve 1964 yılında da İzmir’de evlendi.

1959 yılında, TRT İzmir Radyosu’nun sınavını kazandı ve “yetişmiş sanatkar” olarak bu radyoda göreve başladı. Yine ayni yıl içerisinde solist ve diğer bir sınavla da “Birinci sınıf ses sanatkârı” unvanını aldı.

1967 tarihinden sonra bu kuruluşta stajyer sanatkârlara dersler verdi.. 1973’de ise İzmir Radyosu’nda ‘Klasik koro şefliğine’; 1976’dan itibaren de ‘İstanbul Devlet Türk Musikisi Konservatuarı Öğretim Üyeliği’ne getirildi.

Aynı tarihlerde İstanbul Radyosu ses sanatkârlığı, Küçük koro şefliği ve TRT Merkez Denetleme Kurulu üyeliği görevlerini birlikte yürüten Bekir Sıdkı Sezgin. 1980 tarihinde TRT’den emekli oldu ve konservatuardaki görevinden de ayrılarak 1971 - 1983 yılları arasında değişik ülkelerde dini ve dindışı musikimizle ilgili birçok konserler verdi.

Özel bir anlaşma ile, 1985 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda öğretim üyeliğine başlayan Bekir Sıdkı Sezgin, 10 Eylül 1996'da hayata gözlerini yumdu.

Salı, 23 Mayıs 2017 15:26

Bedri Karahan

Yazan

Bedri Karahan Topal BedoBedri Karahan  (Topal Bedo)  (D.( 1937)  / Ö (1993)

1993 yılında 56 yaşında iken bir kalp krizi sonucu hayatını kaybeden, Malatyalı söz yazarı, besteci ve yorumcu, cümbüş ustası, "Topal Bedo" ve "Bedo" lakaplarıyla da bilinen merhum Bedri Karahan’ın, Nezir Kızılkaya tarafından kaleme alınan biyografisinin anlatıldığı GİDENİN ÜÇÜ GÜZEL “BEDO” adlı kitap Renk Kültür ve Sanat Derneği yayını olarak çıktı.

Yaşadığı dönemde özellikle 1970’lerin başlarında yaptığı plaklar ile ulusal çapta tanınan bir sanatçı olan sanatçı daha çok “Bedo” adıyla bilinmekte ve usta bir cümbüş sanatçısı olarak kabul edilmekteydi. Plaklarına da okuduğu Zelho, Gidenin Üçü Güzel, Adana Yolları, Sema, Mapushane, Kerneğin Tepeleri önemli eserlerinden ilk akla gelenleridir.

Kitap için Bedri Karahan’ın çocukları ile beraber yaklaşık 1 yıldır çalışma yaptıklarını söyleyen kitabın yazarı Nezir Kızılkaya, kitap ile ilgili olarak şu bilgileri verdi.

"Yaşı 40-45’in üzerinde olan her Malatyalının yakından tanıdığı, ancak genç kuşaklar tarafından yeterince tanınmayan, yaşadığı dönemde yaptığı 20’den fazla plakla ulusal gündemde de adından söz ettiren Bedri Karahan ya da Malatyalıların deyişiyle “Bedo” Malatya yerel müziğinin en önemli sanatçılarından birisi olma özelliğini taşımaktadır. Geride 50’den fazla eser bırakmış, bütün yurt çapında türküleri söylenen bu romantik ve duygu yüklü sanatçının hatıralarının ve eserlerinin onunla beraber bu dünyadan göçüp gitmesine gönlüm razı olmadı. Yaşadığı ve sanatını icra ettiği yıllarda ulusal çapta tanınan bir sanatçının ve yaptıklarının bugün de bilinmesi ve dinlenmesi için ortaya koyduğum bu eser vasıtasıyla herkesin onu daha iyi tanıyacağını ve anlayacağını umut ediyorum. Bu bağlamda onun isminin ve eserlerinin hayatın girdabı içerisinde kaybolup gitmesine engel olmanın, onun ve eserlerinin genç kuşaklar tarafından da bilinir hâle gelerek, sonraki kuşaklara da onun sesini aktarmanın önemli bir görev olduğunu düşünüyorum. Vefatının üzerinden 20 yıldan fazla bir süre geçmiş, onu yakından tanıyanların da çoğu bu dünyadan göçüp gitmişken, Bedo’ya olan sevgi ve saygımın da bana kazandırdığı motivasyon ile en azından benzer şekilde diğer sanatçılarımızın da hakkında bir şeyler yazılmasının önünü açtığıma inanıyorum. “Eyvanların Assolisti Bedo”yu tekrar assolist olarak sahneye çıkartmanın onun kıymetini bilen Malatyalılar için oldukça mutluluk verici olduğunu düşünüyorum."

Salı, 23 Mayıs 2017 15:23

Bedir Çağlayan

Yazan

Bedir caglayanBedir  Çağlayan  (1930  Şanlıurfa / 1995)

1930 yılında Şanlıurfa'da doğdu. 1995 yılında vefat etti. Uzun yıllar lokantacılık yaptı . Besteleriyle ünlüdür. Halk müziği formunda 150’nin üzerinde eseri vardır. Müziğe ve folklora çok tutkun biri olarak büyümüştür.1958 yılında Urfa'dan İstanbul'a gelip yerleşmiş, 1960-1970 yıllarında müzik dünyasında adından çok bahsedilen bir bestekârdır. Eserlerini zamanın bir çok şöhretli sanatçıları okumuştur. Eserlerini okuyanlardan, Bedia Akartürk, Ahmet Sezgin, Nuri Sesigüzel, Yıldız Tezcan, Muzaffer Akgün ve benzeri sanatçıları sayabiliriz.

Sayfa 32 / 36