A-B-C-Ç-D (67)
Cavit Deringöl. 28.04.2008
TRT İstanbul Radyosu'nun emekli sanatçılarından Cavit Deringöl, bir süredir tedavi görüyordu.... Deringöl, aralarında "Kim Derdi ki Biz ayrılacağız" adlı şarkının da bulunduğu çok sayıda esere imza attı... Cavit Deringöl için ilk tören TRT İstanbul Radyosu'nda tören düzenlendi.. Deringöl Kurtuluş Camii'nde kılınacak öğle namazının ardından toprağa verilecek.
Deringöl, bir süre önce katıldığı bir televizyon programında vefasızlıktan dert yanmış ve " kimse beni unutmasın" demişti.
Ayşe Şan, (d................/ ö.18 Aralık 1996)
Baba evinde kurulan dengbêj divanlarıyla yaşama gözlerini açan Ayşe Şan, Babasının denjbêj olması nedeniyle küçük yaşta müzikle tanışmış, müzik hayatına Diyarbakır’da kadın cemaatlerinde ilahiler söyleyerek başlamıştır. Eyşana Kurd, Eyşe Xan, Eyşana Eli olarak’ta tanınan sanatçı, Qederê ve Dayikê gibi unutulmaz şarkılara imza atan kişidir. Dokuz yaşında babasını yitiren Şan, Yaşadığı toplumda kadınların şarkı söylemesinin günah olarak görülmesinden dolayı, maruz kaldığı baskılara dayanamayıp genç yaşta Diyarbakır’dan ayrılarak Antep’e gider.
Antep’te sanat yaşamına ilk ciddi adımı atan Ayşe Şan, Kürtçenin yasak olması nedeniyle radyoda İki yıl boyunca Türkçe şarkılar söyler.
1963 yılında ekonomik sıkıntılar nedeniyle sanatın merkezi olarak gördüğü İstanbul’un yolunu tutar.
İstanbul’da Kürtçe ve Türkçe konserler verir. ‘Ez Xezalım’ adlı parçasıyla ünlenir, daha sonra çıkardığı Kürtçe-Türkçe ilk kaseti, onun tanınmasına sağlar. Ancak Ayşe Şan’ın tanınması, onun üzerindeki baskıları azaltmak bir yana, bilakis artırır. Kürtçe müziğin yasak olduğu bu yıllarda baskılara daha fazla dayanamayan Şan, Türkiye’yi terk ederek Almanya’ya gider. Burada sanat ve yaşam mücadelesini sürdürmeye çalışırken 18 aylık kızı Şahnaz’ı yitirir. Direndiği baskılara bir de duygu dünyasındaki bu büyük yıkım eklenir. (Şan’ın dillere destan “Qederê” adlı parçası bu yıllarda yazılır ve söylenir.)
Bir süre burada yaşadıktan sonra şartların uygun hale geldiğini düşünüp Almanya’dan İstanbul’a geri döner. Fakat İstanbul’da yaşamı umduğu gibi iyi gitmez. Artık üç çocuk sahibi bir anne olan Şan bu kez, söylediği şarkılar nedeniyle baskı ve tehditler ile karşılaşır. Çocuklarının da bu durumda kendisini yalnız bırakması üzerine 1979 yılında Bağdat’ın yolunu tutar.
Bağdat’ın Sesi Radyosu’nda Eyşana Eli adıyla sesini duyurmaya başlar. Dönemin Hewler Valisi’nin daveti üzerine Hewler’e giden Şan bir çok konser verir. Burada bir çok sanatçıyla tanışma fırsatı bulur.Ayşe Şan’ın hayatından etkilenen sanatçı Cizrawi, ‘Le le le waye, Eyşane le waye, çav biçuke le waye..’ gibi Ayşe Şan’nın aşkını dilendiren şarkılar seslendirir.
Ayşe Şan, kardeş ve akrabalarının ölüm tehditleri yüzünden doğduğu, hayatının ilk yıllarını geçirdiği ve çok sevdiğini her fırsatta dile getirdiği Diyarbakır’a bir daha gidemez. Sadece annesinin ona sahip çıkması, sevdiği şehre gitmesi için yeterli olmaz.
Kendi hayatında tanık olduğu yalnızlık ve baskıyı şarkılarında dillendiren Ayşe Şan, yine de bütün acılarını vakur bir şekilde karşılamanın yanında, Ezilmişliğin üstünü örten perdenin arkasını gören, bilinçli bir sanatçı olarak; Ezilmişliğin kendisiyle beraber büyük acı ve keder getirdiğini söyler.
Ayşe Şan’ın acı ve keder dolu yaşamına kanser hastalığı eklenir.Ölümünden önce son kez kızını görmek isteyen anneye akrabaları izin vermediği gibi, annesinin mezarını bile bir kez olsun ziyaret etmesine izin verilmez. Bu olay Ayşe Şan’ın hayatında büyük bir yara açar. Ayşe Şan, bu acısını, müzik duygusunda derin izler bırakan bu olay sonucunda ‘Dayike’ şarkısıyla dillendirir. Bir dönemin bütün gençlerini etkileyerek o dönemin efsanesi haline gelmiştir.
Zorluklarla dolu olan hayatı gurbet elde tek başına mücadele ve sıkıntılarla geçmiştir.
Ayşe Şan 18 Aralık 1996 yılında İzmir’de kanser hastalığına yenik düşerek, yaşamını yitirerek aramızdan ayrıldı.
Aylin Urgal (1951, İstanbul / (29-Nisan-1985)
İstanbul doğumlu olup asıl adı Rezzan'dır. 1969 yılında İzmir'de tesadüfen tanıştığı orkestra şefi Birol Soyurgal'ın orkestrasında solist olarak müzik hayatına atılır. Kısa bir süre sonra Birol Soyurgalile evlenir. Dans müziği yaparak İzmir'de sahne çalışmalarına devam ederken 1 Numara Plak'ın sahibi Ali Kocatepe'nin keşifiyle plak dünyasına giriş yapar. İlk plağı kaydedilirken isim olarak Rezzan yerine göbek adı olan Aylin'e, soyadı Soyurgal yerine Urgal yapılmasına karar verilir.
1975 yılı Aralık ayında ilk plağı "Nerelerdeydin -Paran Pulun Senin Olsun" yayınlanır. Oldukça dikkat çeken bu plağın hemen arkasından 2. 45'liği "Sen Yarattın Beni - Nedir Bu Halin" yayınlanır (Ekim-1976) ve listelerde 1 numaraya kadar yükselir (Nisan-1977). Bu başarılar onu 1976 yılının en iyi ümit veren kadın şarkıcıları sıralamasında 4. olmasını sağlarken "Sen Yarattın Beni" şarkısı 1977 yılının en iyi 8. Türkçe sözlü şarkısı seçilir.
1977 yılının ortalarında burun estetiği geçirerek görüntüsünü değiştiren Aylin Urgal ameliyatın hemen arkasından ilk ve tek LP çalışmasını Ali Kocatepe'nin prodüktörlüğünde yayınlar. Albümüne kendi şarkılarının dışında daha önceleri Seyyal Taner, Hümeyra, Ali Kocatepe, Ertan-Funda Anapa'nın 45'lik yaptığı bazı şarkıları tekrar yorumlayarak yer verir. 1978 yılında Eurovision Türkiye Finaline "Sevgili Dostum" adlı bir Selami Şahin bestesini hazırlar fakat Türkiye o sene Eurovision Şarkı Yarışmasına katılmama kararı aldığından yarışma hayalleri boşa gider. 1 Numara Plaktan ayrılan Aylin Urgal, Eurovision Şarkı Yarışması için hazırladığı şarkısını Ronnex Plak adına 45'lik yapar ve bu son plak çalışması olur. "Sevgili Dostum -Sakın Ağlama Ardından" (Mayıs-1978).
1979 yılı Aralık ayında ikiz çocuklarını (Tevfik - Uğur) dünyaya getirir. Bir müddet sahne çalışmalarına ara veren Aylin Urgal ikizler 1 yaşına geldiğinde tekrar sahne çalışmalarına döner. Arabeskin çok fazla ön plana çıktığı bu dönemlerde sahne çalışmaları sırasında ailevi nedenlerden dolayı intihara teşebbüs eder (1981). 1985 yılının Ocak ayından itibaren Ankara'da "Goldfinger" gece kulübünde sürdürdüğü sahne çalışmalarına Nisan ayı sonunda son veren Aylin Urgal İstanbul'a dönüşü sırasında Bolu dağında binmiş olduğu otobüsün uçurma yuvarlanması sonucu hayatını kaybetti
Dede Efendi ( 9 ocak 1778 İstanbul / 1846 30 kasım 1846. Mekke’)
Dede Efendi adı Klasik Türk müziği'nde birden fazla kişi için kullanılmıştır:
Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi (1778- 1846)
Osman Selahaddin Dede Efendi (1819-1886)
Zekai Dede Efendi (1825- 1897)
Dede Efendi (1778-1846)
XIX. yüzyılın en büyük Türk bestecisidir. 9 ocak 1778’de İstanbul’da Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Cezzar Ahmet Paşa’nın mühürdarı SüLeyman Ağa’dır ki, emekli olarak İstanbul’a gelince Şehza-debaşı’ndaki Acemoğlu
Dede Efendi Hamamı’nı satın alıp işlettiği için İsmail Dede Efendi’ye «Hammamîzade» denilmiştir.
İsmail Efendi pek genç yaşta müzik öğrenimine başladı; o çağlarda bir konserva-tuvar halinde bulunan Yenikapı Mevlevîha-nesi’ne kapılanarak, 1800’cle 1001 gün süren Mevlevî çilesini tamamlayıp «dede» oldu. Uncuzade Mehmet Efendi’den lâdinî Türk müziği, Yenikapı Şeyhi bestekâr Alî Nutkî Dede’den dinî Türk müziği, Abdül-baki Dede’den de ney çalmasını öğrendi. Daha 1794’te 16-17 yaşlarındayken bestekâr-lığa başlayıp büyük bestekâr IIL Selim’in dikkatini çekti. III. Selim’in musahibi ve Başmüezzini oldu ki. Saray teşkilâtında pek yüksek bir memuriyetti. 1801’de Saraylı bir hanımla evlendi. Bir ara Saray’dan ayrıldıy-sa da tekrar döndü. II. Mahmut devrinde (1808-1839) ve Abdülmecit devrinde. (1 839-1861) padişah musahibi ve Başmüezzin olarak kaldı. Her üç hükümdarın büyük iltifat ve teveccühünü kazandı.
Dede Efendi, öğrencilerinden büyük bestekâr Dellâlzade İsmail Efendi ve Mutafzade Ahmet Efendi -ile beraber hacca gitti. Fakat koleraya tutularak 30 kasım 1846’da Mekke’de öldü, Hz. Hatice’nin ayak ucuna gömüldü. Öğrencileri, üstatlarının ölümünden iki gün önce bestelediği Şehnaz İlâhi hafızalarında olarak, yalnız, İstanbul’a döndüler.
Dede Efendi, nevzen, hanende ve naathan-dır. Büyük şarkı bestecisi Sermüezzin Rifat Bey (1820-1888) Dede’nin kızının oğludur. Torunları bugün yaşamaktadır. Eserleri bilhassa öğrencisi Mutafzade Ahmet Efendi tarafından nakledilmiştir. Buna rağmen bir-ikî yüz ^seri kaybolmuştur. Öğrencileri arasında Dellâlzade, Haşim Bey, Mehmet Bey, Ze-kâi Dede, Arif Bey, Nikogos Ağa bilhassa sayılabilir. Sultanî-Yegâh, Nev-Eser, Saba-Buse-lik, Hicaz-Buselik, Araban-Kürdî makamlarını yapan da Dede Efendi’dir.
En yüksek üslûpta eserlerden halk zevkini belirtecek parçalara kadar her çeşitten söz eserleri bestelemiş olan Dede’nin etkisi, daha pek genç yaşında çağdaşları üzerinde başlamış, zamanımıza kadar pek büyük ve devamlı olmuştur. Meselâ Dellâlzade, onun tarzını devam ettirmiştir (Bk. Dellâlzade). Dede’yi bütün Türk müziğinin ©n büyük bestecisi sayanlar vardır.
Eserleri
Sebâ Mevlevi Ayini (1823)
Nevâ Mevlevi Âyini (1823)
Bestenigâr Mevlevi Âyini (1832)
Saba – Buselik Âyin-i Şerif (1833)
Hüzzam Âyin-i Şerif (1833)
Ferahfeza Âyin-i Şerif (1839)
Rast Ağır Düyek Kâr-ı Nev: Gözümde dâim hayâl-i cânan
Rast Semai Şarkı: Gene bir gül-nihâl aldı bu gönlümü
Rast Yürük Semai Şarkı: Yüzündür cihâni münevver eden
Hicaz Nakış Yürük Semai: Gene neşve-i mahabbet dil-u cânım etdi şeydâ
Bestenigâr Curcuna Şarkı: Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum
Ferahfeza Muhammes Kâr-ı Kasr-ı Cennet: Kasr-ı Cennet, havz-ı kevser, âb-i hay
Ferahfeza Frengi Fer’î Beste: Ey kaaşı keman, tîr-i müjen cânıma geçti
Ferahfeza Nakış Sengin Semai : Bir dilber-i nâdîde, bir kaamet-i müstesna
Ferahfeza Yürük Semai: Dün gece ben yine bülbülleri hâmûş ettim
Ferahfeza Ağır Aksak Şarkı: El benim-çün seni sarmış biliyor
Şehnaz Ağır Düyek Şarkı: Sanâ ey cânımın cânî efendim
Şehnaz Yürük Aksak Şarkı: Gönül durmaz, su gibi çağlar
Ferahnak Zencir Beste: Figaan eder gene bülbül, bahar görmüştür.
Ferahnâk Nakış Ağır Aksak Semai: Dil-î bî-*çâreyî mecrûh eden tîğ-î nigâhmdır
Ferahnâk Düyek Şarkı: Beğendim seni, geçmem aslaa ben,
Mahur Hafif Beste: Ey goncadehen, hâr-ı elem cânıma geçti.
Mahur Nakış Yürük Semai: Yine zevrak-î derûnum kırılıp kenara düştü
Acem-Aşiran Zencir Beste: Meşâm-ı hâtıra bûy-î gtil-î safâ bula-gör
Acem-Aşiran Ağır Sengin Semai: Ey lebleri goncâ, yüzü gül, serv-i bülendim.
Eve Ağır Aksak Semai Şarkı: Ebrûlerinin zahmı nihandır ciğerimde
Eve Curcuna Şarkı: Sevdim bir gonca-i râ’nâ
Sultanî-Yegâh Zencir Beste: Misâlini ne zemîn-û zaman görmüştür
Sultanî-Yegâh Hafif Beste: Cân-û dilimiz lûtf-i Şehenşâh ile mâ’mûr
Sultanî-Yegâh Nakış Yürük Semai: Şâd-eyledi cân-û dilimi şâh-i cihânım
Şevkefza Ağır Çember Beste: Ermesin el o şehin şevket-i vâlâlarına
Ahmet Yatman( 1897 İstanbul / 13 Kasım 1973 Elazığ)
.Ahmet Yatman, 1897 yılında İstanbul’da doğdu. Amatör bir mûsikîşinas olan ve keman çalan Mehmet Bey ile Saide Hanım’ın oğludur.
Kendisi çok küçükken ailesi İzmir’e göç etmiştir. Burada Yusuf Rıza İptida Mektebi’nde okurken bile kanun çalmaya çalışmıştır. Birkaç yıl sonra sahnelerde görülmeye başlamıştır.
İlk mûsikî derslerini babasından, kanunî Ağyazar ile Hâfız Mahmud Efendi’den almıştır. Bundan sonra özellikle İstanbul sahnelerinde aranan ve sevilen bir sanatkâr olan Ahmet Yatman, 1927 yılında İstanbul Radyosu’na da girmiştir.
Günden güne sanatını ilerleten, sazına yeni bir uslûp kazandıran Yatman, 60 yılı aşkın bir süre içinde Türkiye sahnelerinde çalışmıştır. Yunanistan, Mısır, Almanya, Amerika, Suriye gibi ülkelerde konserlere katılmıştır.
Turnede bulunduğu sırada 13 Kasım 1973 tarihinde Elazığ’da ölmüştür.
Ahmet Yatman, iyi bir kanunî idi. Refakat duygusu iyiydi. Birçok sanatçıya da plâk çalışmalarında eşlik etmiştir.
Yeni kanun öğrenenlerin bir zamanlar idealiydi. Birçok öğrenci yetiştirmiştir. İsmail Şençalar,Nuri Şenneyli, Hilmi Rit, Bahattin Duyarlar, Cüneyt Kosal ve Coşkun Erdem bunlardan bazılarıdır.
Atilla İçli (d. 3 Mart 1945, Ankara) - (ö. 31 Ocak 2004, Ankara)
Türk halk müziği ses sanatçısı, besteci ve program yapımcısı.
1968 de TRT İstanbul Radyosuna girdi. 1972 de Ankara Radyosu’na geçti. Ses sanatçılığının yanı sıra TRT’de programcılık yaptı. Şarkı ve türkü formunda çeşitli eserler besteledi.
Aşık Garip Bektaş (1940 /26.05.2008)
Aşık Garip Bektaş 1940 yılında Erzurum’un Aşkale İlçesinin Özler köyünde dünyaya geldi.
1952 yılında köyünden ayrılarak İstanbul’a gitdi, burada gördüğü saz ustalarına heveslenerek saz çalmayı öğrendi ve ufak, ufak şiirler yazmaya başladı.
Aşık Garip Bektaş İstanbul’da bir türlü doğru dürüst iş bulamaz, askerlik çağına gelerek, askere gider. 1965 yılında terhis olduktan sonra tekrar İstanbul’a döner ve bir müddet seyyar işlerde çalıştıktan sonra 1976 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nde kadrolu işçi olarak işe girer ve buradan 1999 yılında emekli olur.
Bu zaman içinde şiir deki ve saz çalmadaki yeteneğini ilerleten Aşık Garip aranılan ozanlardan olmaya başlar.
Çağımızın en verimli ozanlarından biri olan Aşık Garip Bektaş’ın ellinin üzerinde kasetlere okunmuş eseri vardır. Gezdim, Gidiyorum, Yazdım adlı isimli üç şiir kitabı Can Yayınları'nca yayınlanmıştır.
Aşık Garip 68 yaşında iken 26.05.2008 tarihinde vefat etmiştir.
Aşağıdaki deyiş Aşık Garip’e aittir.
GEL GİDELİM HACI BEKTAŞ VELİ’YE
Eğer gerçekleri görmek istersen,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Muhabbet demine girmek istersen,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Orada kurulsun bir ulu divan,
Gerçekten görülsün sevilen seven,
Varını yoğunu bu yola veren,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Şeriattan tarikata geçelim,
Hakikatten marifeti seçelim,
Pir elinden dolu bade içelim,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Keramet ehlinin ol kerem kani,
Biz bizden alalım ilmi irfanı,
Sevgide bulalım dini imanı,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Atalım kalplerden kini nefreti,
İnsana verelim sevgi hürmeti,
Kendinde ara bul her hakikati,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Hiç bir canı incitmeden kırmadan,
Kendi kusurunu kendin görmeden,
Boş boşuna bu bedeni yormadan,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Garip Bektaş hak çağırır dilimiz,
Ezelden ikrara bağlı belimiz,
Erenler yoludur gerçek yolumuz,
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye.
Artaki Candan (1885 / 30 Ocak 1948)
Kanuni Artaki Efendi, 1885 yılında, o zamanlar ülkemizin sınırları içinde bulunan Selanik’te doğdu. Babası Azerik berberlik yapardı. Ailesi onun tıp doktoru olmasını istiyordu. Bu sebeple Artaki orta öğrenimini bitirdikten sonra ailece İstanbul’a geldiler. Tıbbiyeye iki yıl devam ederek bitiremeden ayrıldı. Musikiye aşırı düşkünlüğü olduğundan ailesini İstanbul’da bırakarak Selanik’e döndü.Çok yoksul ve sıkıntılı günler
geçirerek sonunda Selanikli Ahmed Efendi ile tanıştırıldı. Önceleri sadece musiki hocası olan bu değerli ve iyiliksever sanatkar, bir dost ve bir baba gibi onu himayesine aldı. Kanun çalmada ustalaştıktan sonra birlikte çalıştılar. Bu sıralarda annesi oğlunu görmek için Selanik’e geldiyse de Artaki bu isteği reddetti.Daha sonra hocası ile İstanbul’a döndü. İstanbul’a gelince şimdiki Taksim bahçesinin içinde, Divan Oteli’nin karşısındaki köşede bulunan Eldorado’da çalışmaya başladı. Kemençeci Aleko ile Mısırlı İbrahim Efendi de burada çalışıyordu. Uzun bir sahne hayatı olan bu Ermeni asıllı sanatkar başka gazinolarda da çalmıştır.
Sazına hakim, tavrı ve uslubu güzel, çalarken sazına bakmayan, kendinden emin bir sanatkardı. “Piyasa Tavrı” denen bozuk icrayı sevmez, mesleğe yeni girenleri bunun için uyarır, sazlarında zerafetten ayrılmamalarını, ifade gücü vermelerini öğütlerdi. Sanat çevresinde ve dostları arasında çok sevilen bir kimseydi. Nazik, terbiyeli, haddini bilen, kimseyi incitmeyen bir kimse olduğu için yakınlarının ısrarı ile asıl soyadı olan “Terziyan” ı bırakmış, Candan soyadını almıştır.
Uzun yıllar İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti’nde çalışan Artaki Candan, I.Dünya Savaşı yıllarında “Sahibinin Sesi” firmasına girdi. Önceleri bu şirketin saz sanatkarları arasındaydı, daha sonra müdürlüğünü yaptı. Ölünceye kadar da bu görevde kaldı. O dönemde alınmış olan plaklarda icrasından örnekler vardır. İyi bir bestekar olan bu değerli sanatkar, şarkı repertuarımıza güzel eserler hediye etmiştir. İlk eseri nihavend makamından “Bugün dil-i divaneden…” ikincisi ise “Parlıyor cismim gibi” güfteli eserlerdir. Elli kadar eseri biliniyor.
Artaki Candan 30 Ocak 1948 tarihinde mesane kanserinden öldü. Cenazesi kalabalık bir sanatkar topluluğu ile kaldırılarak dostlarının elleri üzerinde, Şişli Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verildi. Vasiyeti gereğince ölümünün kırkıncı günü mezarı başında son bestelerinden olan bayati makamındaki peşrevi çalındı. Fikret Kutluğ en tanınmış öğrencileri arasındadır.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.
Acemaşiran-Ne kadar gözyaşı döktüm o gözün üstüne ben
Bayati Peşrev
Evç-Aşkınla harab olduğumu söyleyebilsem
Ferahnak-Ruhumda bahar açtı onun bülbülü sensin
Hicaz-Adalarda gezer durur Adalı
Hicaz-Bazı günler ruhumu ağlat da geç
Hicaz-Ne olursun beni sevsen
Hicaz-Sensiz gecenin var mı sabahı
Hicazkar-Kırılırdı oyuncak olsa bile
Hüseyni-Çekilmez doğrusu gayri cevri cihanım
Hüseyni-Yetti gayri çektiğim
Hüzzam-Aşıkın halini zalim bilmiyor
Hüzzam-Kirpiklerinin her teli bir katre taşırken
Hüzzam-Şebi hüznümde hayalinle teselli bulurum
Hüzzam-Son hatıra aşkımda kalan bir sarı saçtı
Hüzzam-Vuracak sine arar gizlice tigi nigahın
Karcığar-Bu gece çamlarda kalsak ne olur
Karcığar-Bülbül sesi ah oldu bu yıl faslı baharda
Karcığar-Her zaman bir olur mu ey hunriz nigahım
Kürdilihicazkar-Artık ne siyah gözlerinin
Kürdilihicazkar-Bağlandı gönül bir güzele
Kürdilihicazkar-Cismin gibi ruhunda güzel zannedip ey mah
Kürdilihicazkar-Ey dalgalanırken suların oynak izinde
Kürdilihicazkar-Gitti gelse gamda bitse tükense
Kürdilihicazkar-Göz önünde çürüdü mahvu harab oldu tenim
Kürdilihicazkar-Hani ya sen benimdin niye döndün sözünden
Kürdilihicazkar-İmtidadı aşkıma çeşmi siyahındır sebep
Kürdilihicazkar-Kanuni dilin her teli sazımla
Kürdilihicazkar-Parlıyor fikrim o parlak gözlere baktıkça ben
Kürdilihicazkar-Yetmez mi tükenmez mi acep bunca meşakkat
Nevakürdi-Geçti o gülünç aşk ü heves ey dili şeyda
Nihavend-Bugün deli divaneyin tükendi ahu zarı
Nihavend-Ey hayali gözden gitmeyen dilber
Nihavend-Koklasam saçlarını bu gece ta fecre kadar
Saba-Aşkımın hep yıkılınca siteminle temeli
Saba-Bekler beni hergün susamış bir ecelim var
Suzinak-Şen gözlerinin şiirine ben kalbimi verdim
Uşşak-Sevdama yakın gel beni elleri gibi tutma
Uşşak-Sonbaharın çiçekleri yavaş yavaş soluyor
Ali Rıza Sağman (1890 / 1996)
1306 (1890) yılında Ünye kazasında doğdum. Babam o kazanın deppoy memuru Ömer Efendi idi. 1313' te babamın yüzbaşılığa terfii ve tâyini sebebiyle gittiğimiz Giresun'da hıfzımı ve iptidaî rüştî tahsilimi ikmâl ettim. 1320'de İstanbul'a medrese tahsiline geldim. Fatih Camiinde meşhur ve şehidi mağfur İskilipli Âtıf Efendi'nin dersine oturdum. Yaz tatillerinde Giresun'a gittikçe Bayazıtzâde Hâfız Ali Efendi'den tecvid, maharic-i hurûf, aşere ve takrîb okuyup 1326'da icazetnâme aldım.
1908-1909 yıllarının doldurduğu hadiselerle Rönesans'a kavuştum. İstanbul'da Beyanü'l Hakk mecmuasında, Giresun'da Karadeniz gazetesinde yazılar yazmağa başladım. Çok aşırı olmamakla beraber İttihat ve Terakki'ye muhaliftim. Bu sebeple İttihat ve Terakki'nin tepmesine uğramak şerefine ermiş, 29 Mayıs 1329'da Sinop'a gitmek üzere Sirkeci rıhtımından hareket eden Sürgünler Vapuru (Bahricedit) 'de bulunmak saadetine yükselmiştim.
"Haşerattan yenilen darbe hakîkatte kuzum,
Harp yerinde alınan yâreye benzer, severim.
Bu durum özge delildir ki: hamiyattârım
Ben bununla öğünür, yel olurum da eserim."
Tam 27 ay Sinop'ta, 4 yıl Çorum'da sürgünlülük vazifesini hakkiyle îfâ eyledikten sonra Mondros Mütarekesi'nin imzalanması ve ittihatçıların memleketi mahv ile, koca imparatorluğun ipini çekmesi ve birer birer kaçmasından sonra İstanbul'a döndüm.
Dayanılmaz mâli sıkıntılara rağmen yarı kalan tahsilimi ikmâl için kazandığım imtihan sonunda Şahin Medresesi'nin son sınıfına girdim. Arabiye ve Edebiyat hocalığını merhûm Mehmet Akif'in yaptığı bu medreseden mezun olduktan sonra Süleymaniye'nin imtihanını kazanıp bu muâllâ müessesenin Kelâm, Tasavvuf ve Felsefe şûbesine girdim. Buradan 1922 yılında 'Aliyyü'l âlâ' diploma aldım. 1342'de yazdığım tezden dolayı da üç 'şâyân-ı takdîr' e mazhar oldum. Bundan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne devama başladım. Üç yıl sonra 'Âlâ' derece ile bitirdim. Diplomam 1927- 1928 tarihli ve 2332 numaralıdır. Avukatlık stajımı da yaptım. Fakat adliyeye intisap etmedim, öğretim işini daha feyizli buldum. 1923 yılından bu güne kadar muhtelif okullarda, muhtelif derslerde muallimlik yaptım. Daruşşafaka, İran Okulu, Sen Mişel Fransız Koleji ve İmam Hatip Okulunda, İngiliz Erkek Lisesi'nde Umûmî Tarih, Türkçe, Din, Kur'an ve Kelam, Teoloji hocalığı yaptım.
Şâir değilsem de nâzımlığa yelteniyorum. Muhtelif mecmualarda diyânet, milliyet, insaniyet ve fazîlet mevzûlu nâçiz eserlerim çıkmıştır.
Çorum'da iken kânun çalmakla, bilahare Çarşamba'lı Hâfız Cemâl'den beste, şarkı gibi eserler geçmek ve usûl vurmayı öğrenmekle başladığım mûsikîye de azdan çoktan intisâbım var. Ses san'atından biraz anlayışım olduğu için kendime göre kompozitörlüğüm de bulunur. Matbû eserlerimin bazıları radyoda okunmaktadır. Elli Yıllık Türk Mûsikîsi adlı esere yazarı Mustafa Rona beyfendi bu âcizlerinin ismini ve resmini koymak lûtfunda bulunmuştur. Odeon Parlofon, Orfeon ve Kolombiya kumpanyalarına okunmuş ve neşredilmiş plâklarım vardır. Güfteleri ve besteleri bendenize aittir. Basılacak ve basılmış kırka yakın eserin sahibiyim. Nâçiz karakterimi meydana getiren bu vasıflar içinde beni en çok iftihara sevkeden hangisidir biliyormusunuz? Hâafızlığım. Bunun verdiği maddî şeref ve mânevî gıda diğerlerinin verdikleri ile kıyas kabul etmeyecek kadar bence fazladır."
Hâfız Ali Rızâ Bey, 13 Eylül 1965 tarihinde Karagümrük Nurettin Tekkesi Sokak No.67' deki evinde kalp krizinden vefât etti. Çorum'da sürgündeyken evlendiği ve sâdece birkaç yıl evli kaldığı eşi Şerîfe Hûriye Hanım'dan olma kızı Medîha Işık'tan başka vârisi yoktu. Sağlığında yaptırmış olduğu Edirnekapı'daki mezarında yatmaktadır. Mezarı 1948 yılında ölen annesi Ayşe hanımın mezarı ile ve bilahire 1981'de ölen boşanmış eşinin mezarı ile yan yanadır. Mezar taşına kendisi sağlığında “Bu mezar Muallim Ali Rızâ Sağman'a aittir” ibaresini yazdırmıştır.
Ali Rızâ Sağman'ın vefatının 1.yıldönümünde evinin bahçesinde bir anma töreni yapılmıştır. Merhûm ömrü boyunca bu bahçedeki güllerle haşır neşir olurdu. Morundan pembesine, beyazından siyahına kadar yediverenlerin katmer katmer açtığı bu bahçeyi dostları ile ettiği sohbetler, okunan şiirler, geçilen şarkı ve gazeller renklendirirdi. Bu bahçe ayrıca adeta bir üniversite idi. Müdâvimleri arasında İsmâîl Hâmi Danişment, Ziyâ Uygur, Raif Ogan, Cevat Rifat Atilhan, Fazlı Akkaya, Kemâl Baykal, Zühtü ve Cemâl Oğuz Öcal beyler ve birçok dostları vardı. Necâti Aktürk, Cevdet Soydanses teklîfsiz misâfirleri idi. Bu ev ve bu bahçede aktüel, dînî, ilmî ve edebî konular ele alınır, konuşulurdu. Sohbet aralarını İran'lı dostlarının eksik etmediği Acem çayları tatlandırır ve geçilen değişik fasıllar renklendirirdi. Kemâl Baykal'ın yayından çıkan nağmeler, Necâti Aktürk, Zeki Sesli, Mahmut Hataylı, Nusret Yeşilçay, Hasan Akkuş, Hâfız Gerede'nin gökkubbede çınlayan sadâları bu bahçede âbideleşirdi.
Ali Rıfat Çağatay (1869 – 3 Mart 1935)
Türk udî, çellist, kemençezen ve bestekâr. İstiklâl Marşı’nın ilk bestecisidir.
İstanbul’da doğan ve yaşamını aynı şehirde sürdüren Ali Rıfat Çağatay, dönemin ünlü hocalarından müzik eğitimi aldı.
- Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da kurulan ve İstanbul müzik tarihinde önemli yeri olan Şark Musiki Cemiyeti’nin başkanlığını yaptı. Türk Musikisi Ocağı adlı kurumu kurdu.
1914 yılında Darülelhan (Nağmelerin Evi) adıyla açılan devlet konservatuvarının öğretim kadrosunda yer aldı. Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde öğrenci yetiştirdi. 50 civarında bestesi ve müzik üzerine çok sayıda makalesi bulunur.
Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı ve 1921’de resmi marş olarak kabul edilen İstiklal Marşı’nın ilk bestesini Ali Rıfat Bey yazmıştır. Bu beste 1924’ten 1930’a kadar kullanıldı; 1930’da Osman Zeki Üngör’ün batı marşları tarzındaki bestesi ile değiştirildi.
Udi Rıfat Bey adıyla da anılan Ali Rıfat Çağatay, Nerime Çağatay (Soley) in babası, şair ve dilci Samih Rıfat Horozcu’nun’in ağabeyi, şair Oktay Rıfat Horozcu'nun amcası, futbolcu Ali Cafer Çağatay’ın babasıdır. Ali Rifat Çağatay'ın diğer kardeşleri 1937 yılında Maarif Vekaletinde memurken ölen Muzaffer Rifat Bey ve Cevad Rifat Atilhan idi. Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
Diğer...
Aleko Bacanos, (d. 1888, Silivri - ö. 1950, İstanbul)
Rum kemençeci.
Lavtacı Lambo Efendi'nin oğlu, ut virtüözü ve besteci Yorgo Bacanos'un ağabeyidir. Kemençeci Anastas dayısı, Kemençeci Todori ve Kemençeci Sotori kuzenleridir.
Müziğe küçük yaşlarında keman çalarak başladı. Kemençe çalmaya daha sonra başladı. Çeşitli gazinolarda çalıştı, o yıllarda plak dolduran ses sanatçılarına eşlik etti. Paris, Berlin, Kahire gibi şehirlerde bulundu ve konserler verdi. Tipik bir piyasa kemençecisiydi. Bununla birlikte kemençeyi kendine özgü bir üslupla çaldı. Zamanında çok tutuldu ve plaklar doldurdu.
1915'te kanto ve şarkılardan meydana gelen Nevzad-ı Musiki adlı bir güfte dergisi yayımladı. Çeşitli makamlarda onüçe yakın bestesi vardır. Türk klasik müziğinin önemli isimlerinden olan Deniz Kızı Eftalya Hanım'ın sesinden etkilendiği için Gel Ey Denizin Nazlı Kızı Nuş-i Şarab Et adlı eseri bestelemiştir, bu eser Bacanos'un en çok bilinen eseridir.
Kemençeci Aleko Efendi 1950 yılında Türkuvaz Gazinosu'nda bir fasıl sırasında fenalaşarak öldü ve Kurtuluş'taki Aya Lefter Mezarlığı'na gömüldü.
Besteleri
Gel Ey Denizin Nazlı Kızı Nuş-i Şarab Et (acemaşiran)
Zevkim, Emelim Hep Sen ile Pür-emel Olsun (hüseyni)
Çeşmeye Giderken Sarışın Kız (hüseyni)
Hasretin Unutturdu Beni Bana (hüseyni)
Aşkın Beni Bak Gülme Ne Müşkillere Saldı (hüzzam)
Meftunun Olan Gönlümü Sevdalara Saldın (hüzzam)
Kuşe-i Nisyana Atdı Sevdiğim Yâd Etmiyor (hicaz)
Cana Tercih Eylemişken Şive-kârım Ben Seni (rast)
Öyle Bir Adet-i Yektay-ı Emelsin Meleğim (saba)
Aşk-ı Mes'udumuzu Halik-i Sevda Korusun (yegah)
Git Görmek İstemiyorum Demiştim Artık Seni (sultaniyegah)
Hüzzam Taksimi
Aka Gündüz Kutbay Neyzen (d. 17 Ağustos 1934 - ö. 27 Ağustos 1979 İstanbul) Neyzen.
Eyüp Ortaokulu'nu ikinci sınıfındayken terk etmiştir. Babası, okumayan oğlunu bir kundura atölyesinde iş hayatına vermiştir. Sanat yaşamına, bu dönemde, 1953 yılında Gavsi Baykara'nın aracılığıyla başlamıştır. Gavsi Baykara'nın başkanlığını yaptığı Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde 3 yıl Gavsi Baykara'dan ders almıştır. 1960 yılında, İstanbul Radyosu'nun yaptığı sınavı başarıyla kazanarak neyzen olarak atanmıştır. Daha sonra İstanbul Devlet Konservatuarı’nda hocalık görevinde de bulunmuştur. Bir neyzen için çok önemli bir nokta olan, Şeb-i Arûs Törenlerinde Neyzen başılık görevine Neyzen Halil Can'ın vefatından sonra layık görülür. Pek çok sanatçı ve grupla çeşitli organizasyon ve kayıtlarda bulunmuştur. Dem seslerdeki başarısı hâlâ herkesi hayran bırakan müzisyen 1979 senesinde, bir radyo programında, kayıt sırasında vefat etmiştir.
Ahmet Rasim, (d. 1864, İstanbul - ö. 21 Eylül 1932,
İstanbul) Türk yazar, gazeteci, tarihçi, milletvekili.
1864’te İstanbul'da Fatih’in Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Babası Menteşeoğulları'ndan Kıbrıslı Bahaeddin Efendi, annesi Nevbahar Hanım’dır. Babası kendisi doğmadan evvel ailesini terk ettiği için Nevbahar Hanım onu tek başına yetiştirdi. 1875 yılında başladığı Darüşşafaka'da edebiyatla tanıştı. Bu okulda bestekâr Mehmet Zekai Dede’den müzik dersleri de aldı. Kendi çabasıyla Fransızca öğrendi. Eğitimini 1883 yılında birincilikle bitirdi.
Okulu bitirdikten sonra diğer Darüşşafaka mezunları gibi Posta ve Telgraf Nezareti'nde memur oldu. Bu kurumda kısa bir süre kâtiplik yaptı. Memuriyet hayatının ilk aylarında Sadberk Hanım ile evlendi; 1902’de eşinin ölümüne kadar süren bu evlilikten dört oğlu, iki kızı oldu.
Memuriyet hayatını benimsemeyen ve hayatını yazar olarak kazanmak isteyen Ahmet Rasim’in ilk yazısı Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlandı. Bu, “Yolcu” başlıklı bir tercüme yazı idi. Ardından dönemin ünlü gazetecisi Baba Tahir vasıtasıyla Ceride-i Havadis’te fenni konularla ilgili yazı ve tercümeler yayımlamaya başladı. Bir süre Mekteb-i Behrami adlı okulda ve Komonto Musevi okulunda öğretmenlik yaptı. Ahmet Mithat’tan gördüğü teşvik sayesinde 1885’ten sonra kendisini tamamen gazeteciliğe verdi.
Yayın hayatına 1891’de başlayan Servet-i Fünun dergisinde fen konularındaki yazılarının yanında, tefrik halinde romanlarını da çıkarma imkanı buldu. Leyal-i Izdırap, Meşak-ı Hayat ve Afife burada yayınlandı. Ancak Servet-i Fünun yazarlarının genel edebi çizgisini benimsemedi. O, Ahmet Cevdet Paşa ve Ahmet Mithat Efendi’nin doğu ve batı edebiyatının olumlu yanlarını sentez haline getirmeyi amaçlayan edebi anlayışını benimsemişti[3]
1908’de Hüseyin Rahmi ile birlikte 37 sayı süren “Boşboğaz ile Güllâbi” adlı bir mizah gazetesi çıkaran Ahmet Rasim, gazeteciliği Malumat, Sabah, Sebat, Güneş, Maarif, Resimli Gazete, Mecmuai Ebüzziya, Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Resimli Ay, İkdam, Boşboğaz, Basiret, Tasvir-i Efkar, Vakit, Akşam, Cumhuriyet gazete ve dergilerindeki yazılarıyla sürdürdü Bunun yanında Gülşen, Sebât, Hamiyyet, Şafak, Servet, Tanîn, Envâr-ı Zekâ, Maarif, Resimli Gazete, Hazine-i Fünûn, Mektep, Pul, Fen ve Edep, İrtika, Surâ-yı Ümmet, Donanma, Resimli Kitap, Musavver, Muhit gibi dergilere gerçek adıyla, Hanımlara Mahsus Muallim Naci etkisinde yazdığı Malûmât’ta ise “Leyla Feride" adını kullanarak yazılar göndermistir
1898'de Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Suriye gezisi sırasında Malûmat gazetesi tarafından Suriye'ye, 1916'da da Sabah gazetesince harp muhabiri olarak Romanya cephesine gönderildi.
Bu arada okullar için yazdığı tarih, dil bilgisi, imlâ ve aritmetik gibi çeşitli konulardaki eser¬lerini kitap halinde bastırdı. Menâkıb-ı İslâm adlı kitabı dolayısıyla II. Abdülhamit'ten Mecîdî nişanı aldı. Şiir, hikâye ve roman alanlarında eserler verdiyse de onu günümüze ulaştıran "Şehir Mektupları", "Eşkâl-i Zaman", "Cidd-ü Mizah", "Gülüp Ağladıklarım" gibi inceleme, araştırma ve gözleme dayanan yazıları oldu.
Müzik alanında da eserler veren sanatçı, besteleri de kendisine ait olan pek çok şarkı sözü yazdı. Yakın dostu müzisyen Tatyos Efendi’nin bestelediği uşşak makamındaki “Bu akşam gün batarken / Sakın geç kalma, erken gel” dizeleri ile başlayan güftesi günümüze kadar gelen eserlerindendir.
1927'de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in referansıyla İstanbul milletvekili oldu[3] ve TBMM'nin üçüncü ve dördüncü dönemlerinde milletvekilliği yaptı. Ancak sağlık sorunları yüzünden meclis oturumlarına bile katılmadı. 1932'de Heybeliada'daki evinde hayatını yitirdi, Heybeliada’daki Abbaspaşa Mezarlığı’na gömüldü.
İstanbul Fatih Karagümrük'te 1938-1939 öğretim yılında kurulan Karagümrük Ortaokulu'nun adı 1965-1966'da Ahmet Rasim Ortaokulu olarak değiştirilmiştir. Okul 1988-1989'dan itibaren Ahmet Rasim Lisesi adını almıştır
Başlıca eserleri[değiştir Roman ve Hikâyeleri İlk Sevgi (1890)
Bir Sefilenin Evrak-ı Metrukesi (1891)
Güzel Eleni (1891)
Mesakk-ı Hayat (1891)
Leyâl-i Izdırap (1891)
Mehalik-i Hayat (1891)
Endişe-i Hayat (1891)
Meyl-i Dil (1891)
Tecârib-i Hayat (1891)
Afife (1892)
Mektep Arkadaşım (1893)
Tecrübesiz Aşk (1893)
Numune-i Hayal (1893)
Biçare Genç (1894)
Gam-ı Hicran (1896)
Sevda-yı Sermedî (1895)
Asker Oglu (1897)
Nâkâm (1897)
Ülfet (ikinci basılışı "Hamamcı Ülfet" adıyladır) (1898)
Belki Ben Aldanıyorum (1909)
İki Güzel Günahkâr (1922)
İki Günahsız Sevda (1923)
Hatıraları[değiştir Gecelerim (Daha sonra "Ömr-i Edebî III"’te yer almıstır) (1894)
Eski Maceralardan Fuhş-i Atik, 2 c. (1922)
Muharrir, Şair, Edip (1924)
Falaka (1927)
Mensur Şiirleri[değiştir O Çehre (1893)
Kitabe-i Gam, 3 c., (1897)
Fıkralar ve Makaleler[değiştir Külliyat-ı Say ü Tahrir: Makalât ve Musahabat, 2 c. (1909)
Külliyat-ı Say ü Tahrir: Menakıb-ı İslâm, 2 c. (1909-10)
Şehir Mektupları, 4 c. (1912-1913)
Tarih ve Muharrir (1913)
Cidd ü Mizah (1920)
Eşkâl-i Zaman (1918)
Gülüp Ağladıklarım (1924)
Muharrir Bu Ya (1926)
Tarihle İlgili Kitapları[değiştir Arapların Terakkiyat-ı Medeniyesi, 2 c. (1888)
Tarih-i Muhtasar-ı Beser (1887)
Eski Romalılar 3 c. (1887-1889)
Terakkiyat-ı İlmiye ve Medeniye (1887)
Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi, 4 c. (1910-1912)
İki Hatırat, Üç Şahsiyet (1916)
İstibdattan Hakimiyet-i Milliyeye, 2 c. (1924)
Ahmed Irsoy (1869 İstanbul /1903)
KLASÎK Türk mûsikîsinin en büyük mûsikîşinas ve en üstat bestekarlarından Hafız Mehmed Zekâî Dede ile eşi Fatma Hanım'ın iki evladından ikincisi olan Ahmed Efendi, 1869 yılında İstanbul'da Eyüp'de Cedîd Ali Paşa mahallesinde doğmuştur, (îlk evlat 1866 yılında doğmuş ve 37 yaşında iken 1903 yılında ölmüş olan Ayşe Sıdıka Hanım'dır.) Asıl adı Ahmed/ mahlası İlhâmi'dir. Eyüp'de La'lîzâde Abdülkadir Efendi iptidaî mektebim (ilk okul) bitir" di. Aynı zamanda babasından hıfza çalışarak (Hafız) oldu. Bu sırada 12 yaşlarında idi. Daha sonraları Kumbarhâne baş imamı Reisîü'l-Kurra Süleyman Efendi'den Kur'an'ın kıraat ilmi olan Seb'a-Aşere-Takrîb'den icazet almıştır, îcazeti aldığı zaman 17 yaşında olduğuna göre hocasına uzun zaman devam ettiği ortaya çıkar. Babasından Sülüs ve Nesih yazı şekillerim de öğrenmiş olan Ahmed Efendi, bir süre askerî rüşdiyeye de devam etmiş, sonra bu öğrenimim yarım bırakmıştır.1892 yıllarında Eyüp ders-i âmlarından (evvelce talebeye, medreseliye, herkese ders vermeye yetkili bulunan kimse, cami hocası) Hoca Raik Efendi den Îslam dininin ilimlerim ve bu arada da Arab dilini en iyi şekilde öğrenerek icazet almıştır.
Birçok okullarda mûsikî öğretmenliği yapmış olan Hafız Ahmed Efendi, Sultan Abdülaziz'in oğlu Şehzâde Seyfeddin Efendi'nin imamlığını yapar, ramazanda Şehzâdenin malikanesinde teravih namazı kıldırırdı. Sultan Vahideddin'in de baş mevlidhanı idi. Alh hafıza icazet vermiştir. Bunlardan Eyüp Camii baş imamı Hafız Ahmed 1978 yılında iken halen hayatta bulunuyordu. 25 Temmuz 1941'de Reisü'l-Kurra olan Zekâîzâde Ahmed Efendi, ölümüne kadar bu unvanın sahibi olmuştur.
Naciye hanımla evli idi. Bu evlilikten ikisi kız, biri erkek üç evlatları olmuştur. tik evlat küçük yaşlarında iken ölmüştür, ikinci evlat Fatma Misbah Hanım' dır. Erkek evlat ise, Abdülhalim Irsoy'dur. Hafız Ahmed Efendi, doğduğu mahallede, Cedîd Ali Paşa mahallesinde, mescidin yanındaki evde otururdu. Son derece zarif, haysiyetli, halis bir İstanbul beyefendisiydi. Ömrünün sonlarında kalbinden rahatsızdı. 13 Ağustos 1943 tarihinde Allah'ına kavuşmuş ve 14 Ağustos 1943'de Eyüp camiinde namazı kılınan cenazesi Eyüp-Gümüşsuyu'nda Kaşgarî tekkesi yakınında bulunan babasının mezarı yanma gömülmüştür. Ce- nazesi kalkacağı gün Belediye konservatuarında prova olması sebebiyle hocaya son görevlerim yapmak üzere sadece iki kişi, Sadi Işılay ve Artaki Candan, cenazeye katılmışlardır.
Mûsikîmizde önce babasının adı söylenerek Zekâîzâde Hafız Ahmed Efendi, diye anılan bu kudretli ve büyük mûsikîşinas daha küçük yaşlarında iken sesi gayet güzel ve fevkalade kabiliyetli olduğundan babası Zekâî Dede'den dinî ve din dışı klasik mûsikîmizin eserlerim meşketmeye başladı. Daha sonra Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede'den de ney meşketmiş ve Farsça dersleri almıştır. 24.11.1897 tarihinde babasının ölümü üzerine Bahariye Mevlevîhânesi kudümzenbaşılığı makamına getirildi. Aynı tarihte Darüşşafaka okulunda babasının yerine mûsikî öğretmenliği görevini üstlendi. Hafız Ahmed Efendi, kendisinden meşketmeye gelen neyzen Emin Efendi'den Hamparsum notasını öğrenmiş, bununla yetinmeyerek babasının öğrencisi ve kendisinin yakın arkadaşı olan Rauf Yekta Bey'den de batı notasını öğrenmiştir.
1914 yılında, İstanbul şehremanetine bağlı olan Darü'l-Bedayî mûsikî kısmına muallim-i evvel (baş muallim) olmuş, iki yıl sonra Darü'l-Bedayî'nin mûsikî bölümü kaldırılmış ve 1916'da Darü'l-Elhan kurularak buranın baş öğretmeni olarak görevlendirilmiştir. Bu kuruluş da, pek çok eserin orijinalitesi bozulmadan yaşatılmasına Ahmed Efendi'nin üstün gayretleri sebep olmuştur. Babasının Hammamîzâde İsmail Dede Efendi ve Dellâlzâde İsmail Efendi'den kendi eserlerim ve diğer birçok klasik eseri bizzat meşketmiş olması ve Hafız Ahmed Efendi'nin de bu eserleri hiçbir değişikliğe uğramadan babasından geçmiş olması sebebiyle eserler orijinal niteliklerim kaybetmemiştir. Dede, Dellâlzâde ve Zekâî Dede ile kendisinden sonra gelen jenerasyon arasında bu yönden çok önemli bir bağ olmuş ve hatta birçok eserin günümüze kadar bozulmadan gelmesini sağlamıştır. Darü'l-Elhan'dan bir süre sonra istifa eden Ahmed Efendi'nin istifasının ilginç bir hikayesi vardır:
Darü'l-Elhan'da Yegah faslı geçilir ve Dellâlzâde'nin: "Gönül ki aşk ile pür-sinede hazîne bulur" güfteli Zencir usulündeki bestesi meşkedilirken (Aşk ile) kelimelerinin melodi ile ifadesindeki (Fa) notası için reis Ziya Paşa (Eviç perdesidir), Hafız Ahmed Efendi ise (Acem perdecidir) diye ısrar etmişler; ancak Ziya Paşa'mn (Eviç perdesidir) diye diretmesi üzerine hoca, reise karşı gelmeyip 10 altın olan maaşını terk ederek istifa etmiştir. Kendisine soranlara istifa sebebini şöyle açıklamıştır:
"Bu eseri pederim, Dellâlzâde İsmail Efendi'den meşketmiştir. Ben de pederimden meşkettim. Peder merhum, besteyi meşkederken (Aman Hafız dikkat et! Vehleten Eviç gibi geliyorsa da Acem perdesidir) diye ikazda bulunmuştu. Ben bu perdeyi eviç okursam Dellâlzâde ile Zekâî Dene'n in rühlan muazzeb olur."
Bu olay Hafız Ahmed Efendi'nin mûsikîdeki titizliğine, şahsiyetine ve haysiyetine düşkünlüğüne en güzel delildir. Bir süre sonra Ziya Paşa reislikten ayrılınca hoca yeniden görevine dönmüştür. Darü'l-Elhan'ın İstanbul Belediye Konservatuarı'na dönüşmesiyle (Konservatuar Eski Eserleri Derleme Heyeti Üyesi) olarak görev almış ve bu görevi de l Mart 1937 tarihinde konservatuarın Türk mûsikîsi kısminin kapatılmasına kadar devam etmiştir. Konservatuardaki çalışma arkadaşları: Rauf Yekta Bey, Ali Rifat Çağatay, Ali Rifat Bey ölünce yerine Dr. Suphi Ezgi, Rauf Bey ölünce de yerine Mesut Cemil Bey olmuştur. Bugün klasik eserler konusunda başvuracağımız en önemli kaynaklardan biri olan ve önceleri Darü'l-Elhan Külliyatı diye yayınlanmaya başlayan, daha sonraları ise Konservatuar Klasikleri adı ile yayınlanmasına devam edilen 180 parça klasik mûsikî eserini Hafız Ahmed Efendi okumuş/ Rauf Yekta Bey ise notalarım yazmıştır. Aynı kuruluşun yayınladığı ilahîler - Bektaşî Nefesleri - Mevlevi Ayinleri (41 adet) - Zekâî Dede Külliyatı (bu eser de üç cilttir) - başta Hafız Ahmed Efendi olmak üzere yukarıda isimlerim saydığımız değerli mûsikîşinaslarımızın eserleridir.
Resmî görevleri dışında özel dersler de vermiştir. Sadrazam Said Halim Paşa'nın yalısına haftada iki gün giderek paşanın müezzini Hafız Kamil'e meşketmiştir. Ayrıca yetiştirdiği öğrencileri arasında: Tanburî Hafız Kemal Batanay, Dr. Osman şevki Uludağ, Dr. Rasim Ferid Bey, Tanburî Dürrü Turan, Mehmed Münir Kökten (ablası Ayşe Sıdıka hanımın oğludur), Münir Nureddin Selçuk, Sadeddin Heper, seçkin olanlarıdır.
Bestekarlığına gelince:
Babasının ayarında olmasa bile klasik Türk mûsikîsi ekolunun iyi bir temsilcisi olup 300 kadar eser vermiştir. Hafız Ahmed Efendi, ilk eserini Sultanîyegah makamında ve yürük semaî usulünde bir nakış bestelemekle vermiştir. Cüftesi:
" Ufk-ı emelim kapladı çoktan beri ülfet "
mısra'ı ile başlayan bu eseri babasına okumuş ve babası pek beğenip kendisine bir gümüş Mecidiye ödül vermiştir.
Bestelediği eserleri dinî ve din dışı olmak üzere iki türdür. Dinî eserleri 50 adet kadardır, ilahîleri (Tevşîh-Cumhurr-Şuğul-Tesbih) gibi çeşitli şekillerdedir. Bütün bu ilahîler geleneğe uygun olarak bestelenmişlerdir. Ayrıca iki Mevlevî Ayîn'i vardır. Bayatîbuselik ve Müstear makamlarından bestelenmiş olan bu ayinler, ayîn formuna en uygun üslupta bestelenmiş çok güzel eserlerdir. Her iki ayînde de bazı özellikler vardır. Bayatîbuselik Ayîn'de: Bayatîbuselik, Buse- lik, Bayatî, Karcığar, Sabâbuselik, Acemkürdî, Acem, Gerdaniye makamları kullanılmış ve Karcığar makamı ile son bulmuştur. Müstear Ayîn-i şerîf ise: Üçüncü selamda Evsat usulü kullanılmıştır. Hemen belirtelim ki bu bir özelliktir. Zira, diğer Ayinlerin üçüncü selamlarında Devr-i Kebir ve Frenkçin usulleri kullanılması adet olmuştur. Sadece iki ayînde (Yenikapı Şeyhi Mehmed Celâleddîn Dede'nin Dügah ve Nayî Osman Dede'nin Hicaz ayînlerinde) Düyek, bir ayînde de (Hammamîzâde İsmail Dedenin Bestenigar ayininde) Darb isimli usuller kullanılmıştır.
Din dışı cscrlerine gelince: Sağlam teknikli, zarif, hisli, coşkun ve canlı eserlerdir. Klasik üslüpdan da hiç ayrılmamıştır.
Zekâîzâde Hafız Ahmed Efendi'nin ölmüş olan bazı eserleri yeniden hayata kavuşturmakla da Türk mûsikîsine büyük hizmetleri geçmiştir, işte bazı misaller:
Dede'nin Lenk Fahte usulündeki Şehnazbuselik Beste'si unutulmuş, dolayısıyla ölmüştür. Ahmed Efendi, bunu yeniden ve Dede'nin üslubuyla veya bu üsluba en yakın şekilde yeniden bestelemiş, ancak üzerine yine Dede'nin adım yazmıştır. Mushaf demek hatadır ol safha-i cemaîe. Yine Dede'nin: Gonca-i hurşidine şebnem kadar yar olmadık mısra'ı ile başlayan Hicaz Hümayun, Devr-i Revan Beste'si ve yine Dede'nin Hicaz Hümayun ağır semaîsi:
" Etmezem ikrar-ı aşkı saklarım canım gibi"
eserler. Hafız Ahmed Efendi'nin bestelediği, önce de söylediğimiz gibi üzerine Dede'nin ismini yazıp, unutulmaktan, ölmekten kurtardığı eserlerdir.
Ahmed Efendi'nin bazı özelliklerinden de bahsetmek yerinde olur. Dinî mûsikîyi din dışı mûsikîden daha fazla önemsemiş, daima birinci planda tutmuştur. Bu konuda, son derece titizdi. Hayatında hiçbir zaman madde ile fazla uğraşmamıştır. Bu arada şunu da belirtelim ki: Kendisiyle aynı zamanda yaşamış bir başka Hafız Ahmed Efendi, vardır. Ancak buna "Gazelhan Hafız Ahmed" derlerdi. Plaklara bir hayli klasik eser ve gazeller okumuştur. Bazı kayıtlarda her iki Ahmed Efendi karıştırılmaktadır. Zekâîzâde'nin plaklara gazel okuduğu, klasik eser okuduğu gerçek değildir. Zekâîzâde Hafız Ahmed Efendi, mutlak kulak (oreille absolu) sahibi idi. Şehir hattı vapurlarının düdüklerinden tanır ve bunların öttükleri zamanda hangi akordda hangi perdeyi tuttuğunu söylerdi. Bu durumun çok kereler denendiğini ve her seferinde de diyapazon kadar net cevaplar alındığını Sadeddin Heper hocamdan dinlemiştim.