A-B-C-Ç-D (67)
Ahmed Avni Konuk ( 1285 / 1868 )
1285/1868 İstanbul’da doğdu. İbtidâî mektebini bitirdikten sonra Galata Rüşdiyesi’ne girdi. Buradan Darüşşafaka’ya geçti. On yaşlarında iken önce babasını sonra annesini kaybetti. Darüşşafaka’dan mezun olduktan sonra cami derslerine devam ederek icazet aldı. Hıfzını ikmal etti. Bu arada Mevlevî Tarikatı’na intisab etti. Mürşidi Mesnevîhân Selânikli Es’ad Dede’den (ö. 1329/1911) Mesnevî okuyup icazet aldı. 1890 tarihinde posta memurluğuna tayin olundu. Bu sıralarda Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne’ye girdi. 1898’de birincilikle mezun oldu. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Posta Umum Müdür Muavinliği ve Hukuk Müşavirliği vazifelerinde bulunup, Mayıs 1933’te emekliye ayrıldı. Zekâi Dede’den musikî dersleri ladı. Nota bilmemekle beraber iyi bir hânende ve bestekâr idi. Eserleri bütün incelikleriyle hafızasında tutardı. Dilkeşîde ve Bend-i Hisâr isimli makamları tertip etti. 119 makam ihtiva eden Kâr-ı Nâtık’ı Türk musikîsinde en geniş bir örnektir. Üç mevlevî âyini bestelemiştir. Klasik Türk musikîsi güftelerini toplayan Hânende adlı geniş bir kitabını 28 yaşında yayınlamıştır. Tasavvufî eserleri arasında Mesnevî-i Şerîf şerhi, Fîhi Mâ Fîh Teremesi, Fusûsü’l-Hikem Terceme ve Şerhi, Tedbîrât-ı İlâhiyye Terceme ve Şerhi evvel emirde zikredilmelidir. 20 Mart 1938’de vefat etmiştir. Kabri Merkez Efendi Kabristanı’ndadır.
Adnan Türköz ( D.1925 / Ö. 26.07.1982)
Adnan Türköz 1925'te Kayseri'nin Bünyan ilçesinde doğdu. 14 yaşındayken bağlama çalmaya başlayan sanatçı, bağlama çalmayı ustaları dinleyerek öğrenmiştir. 1950'de İstanbul'a gelen sanatçı 1952'de İstanbul Radyosu'na girmiş, daha sonra da İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Halk Müziği Topluluğu'na katılmıştır. Taşlama türünde mizahi türküleri olan Adnan Türköz, 26 Temmuz 1982'de vefat etti.
Durmuş Çiğdem (15 Mart 1952 Antakya / 2 Aralık 2011 Antakya)
1952 yılında Antakya’da doğmuştur.
70'lerin sonundaki arabesk furyasinda ortaya cikmis, 80'lerin ortasina kadar bir dizi plak yapmis sarkici. En buyuk ününe Uzelli Kaset firması etiketi ile çıkardığı “Şiki Şiki Baba” albümü ile ulasmistır.
Yıllarca Avrupa’da yaşayan sanatçı, daha sonra Hatay’a yerleşmiş ve 2011 yılında hayata veda etmiştir.
Coşkun Erdem (23 Mayıs1938 Gemlik /.1951)
1938 yılında Gemlik'in Kapaklı köyünde doğdu.
İlk hatırladığı ses ud, çünkü babası Mustafa Bey, oğlu sanatçı olsun diye yanına gelip ud çalar.
Babasının işi dolayısıyla bir süre sonra Zonguldak'a oradan da Çaycuma'ya göçtüler.
Seslerin makama ve melodiye dönüşmesi Çaycuma'da başladı.
Çok küçük yaşta olmasına rağmen sesi ve makam yeteneği dolayısıyla Çaycuma'nın tek camiinde ezan okumaya başladı.
Mustafa Bey, oğlunun sanatçı olmasını çok istediği için Adapazarı'na taşındı.
Coşkun Erdem,ilk sistematik müzik eğitimini Adapazarı Musiki Cemiyeti almaya başladı.
Bestelediği saz semaileri ve peşrevleriyle ünlenen İsmail Sefa Olcay'ın yanında kanuniliğe doğru ilk adımlarını attı.
Bir süre sonra Mustafa Bey, Adapazarı'nın oğluna dar geldiğine karar verip varını yoğunu satarak, bütün sanatların ve büyük hayatların merkezi olan İstanbul'un yolunu tuttu. Küçük Coşkun, Türk Musikisi'ne değerler kazandıran Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne hemen kabul edildi. Kadri ve İsmail Şençalar, Şerif İçli, Neyzen Gavsi Baykara ve büyük kanun üstadı Ahmet Yatman'dan özel dersler aldı.
1954'te yani henüz 16 yaşındayken Yenikapı Çakır Gazinosu'nda okuyucu olarak sahneye adımını attı. Solistlik hayatı iki yıl sürdü. Daha sonra okuyuculuğu bırakıp saz heyetine katıldı. Genç yaşına rağmen, devrin önemli solistlerinin saz heyetinde kanuni olarak işe başladı. Turnelere katıldı. Bu arada şiirler yazıp besteler yaptı. 1960'larda verilmeye başlanan ilk Altın Plak Ödülü'nü, bestesini Coşkun Erdem'in yaptığı rast makamındaki ‘‘Kader böyleymiş ne söylesem boş’’ adlı şarkısıyla Sevim Tanürek aldı.
Ardından Erdem'in besteleri peşpeşe gelmeye başladı.
Hala dillerden düşmeyen 50'nin üstünde besteye imza attı.
Fasıl şefliği, solist refakatliği yaptı.
Oyun havalarını mükemmel icrasıyla dikkati çekti.
Dünyanın bir çok ülkesinde kanunu ile konserlerde, icralarda bulundu. Zeki Müren, Münir Nurettin Selçuk, Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses, Behiye Aksoy gibi bir çok sanatçının gerek konserlerinde, gerek stüdyo kayıtlarında kanunu ile eşlik etti.
Altı evlilik yapan bestecinin bu evliliklerinden bir kızı, bir de oğlu var; üç de torun sahibi.
Besteleri
Kader böyleymiş ne söylesem boş
Maziyi unutma eski günleri
Gönül ferman dinlemez
Geceler gariplerindir
Varayım gideyim gurbet eline
Garibin derdinden garipler anlar
Ciguli (d. 1957 ; Hasköy - ö. 31 Ekim 2014 ; Sofya),
Ciguli resmi adıyla Angel Jordanov KapsovHasköy doğumlu müzisyen ve akordiyon virtüözü. Asıl adı Ahmet'tir.
O yıllarda Bulgaristan'da uygulanan İslami ve Türkçe isimlere yönelik yasaklama ve baskı nedeniyle ailesi Ahmet ismini kayıtlara geçememiş, ancak kullanmaya devam etmiştir. Akordeonu çok hızlı ve kıvrak çaldığından ötürü, Bulgaristan'da o yıllarda çok popüler olan, Sovyet AvtoVAZ firmasının ürettiği VAZ-2101 model sedan arabanın daha çok bilinen adı olan Ciguli (İngilizce: Zhiguli) adıyla anılmaya başlamıştı. (Bu otomobil tıpkı Murat 124 gibi İtalyan Fiat 124'ün bir kopyasıydı).
Beş çocuklu bir ailenin çocuğu olan müzisyenin babası Hüseyin hamallık yapardı, annesi ise süpürgeci idi. Babası 1972 yılında vefat edince, ailesinin geçimini üstlenmek zorunda kalmıştır.
1974'de Ayten isimli hemşehrisiyle evlenmiştir. Eşi Ayten hanım, tütün ve çimento fabrikalarında çalışmıştır. Bu hanımdan İbrahim ve Ferdi isimli oğulları doğmuştur.
Türkiye'ye gelmesinde asıl etken olan ağabeyi İbrahim kalp krizinden vefat etmiştir.
31 Ekim 2014 tarihinde Bulgaristan'ın başkenti Sofya'daki bir hastanede akciğerlerinde yaşanan sorundan dolayı ameliyata alınmış olup aldığı narkozun etkisinden çıkamayarak saat 21:00'de vefat etmiştir. Cenazesi memleketi Hasköy'de toprağa verilmiştir.
Cevdet Çağla (1900 İstanbul / 22 Şubat 1988)
Asıl Adı Ahmet Cevdet Çağla Babası Tophane İmalât-ı Harbiye Mektepleri müdürü topçu kaymakamı ( Yarbay ) Eşref beydir.Babası Eşref Bey ressamlık yapar, keman çalardı ve annesi Nazime hanımefendi de kıymetli bir piyanist idi.Cevdet Çağla çok küçük yaştan itibaren bu amatör musikişinas aile topluluğu içinde büyümüş ve gerekli musiki zevk ve terbiyesini anne ve babasından almıştır.İlk musiki dersini komşuları olan Musullu Ama Hafız Osman'dan Türk musikisi dersi alarak başladı.Cevdet Çağla, henüz yedi yaşlarında iken zamanın alafranga keman üstatlarından Antonyadis 'den garp musikisi dersleri almaya başladı ve keman tekniğini ilerletti.
Orta öğrenimini Bebek Frerler Okulunda yaparken okul orkestrasına girerek keman bilgisini ilerletti.
1916 yılında (16 yaşında) Maarif Nezareti tarafından musiki eğitimi yapması için Almanya'ya gönderildi.Lise tahsilini ve keman eğitimini tamamladıktan sonra yurda döndü ve İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi'ne başladı .Yüksel okula devam ederken Darültalim-i Musiki Cemiyeti'ne dâhil oldu ve aralıksız 15 yıl devam etti. Mısır'a ve Almanya 'ya giderek başarılı konserler verdi. Cemiyetin başkanlığından Kemani Reşat Bey 'in çekilmesiyle onun yerine geçti.
1927 yılında İstanbul Radyosu faaliyetlerine katıldı.1938 yılında Ankara Radyosu'nun işletmeye açılması ile "repetitör artistliğine" tayin oldu, 1949 yılına kadar devam etti. Ankara 'da bulunduğu yıllarda Fehmi Tokay'ın Ankara'da faaliyette bulunduğu Ankara Musiki Cemiyeti 'ndeki çalışmalara katıldı.1950 yılında İstanbul Radyosu'nun müzik yayınları şefliğine atandı.1956 yılında Türk ve Irak hükümetleri arasındaki kültür anlaşmaları sebebiyle Bağdat Konservatuarı keman hocalığına tayin oldu.1959 senesinde yurda dönerek, tekrar İstanbul Radyosu müzik yayınları şefliğine tekrar başladı.
Cevdet Çağla, kıymetli bir keman üstadı ve icracısı olduğu kadar, aynı zamanda büyük bir bestekârdır. Temiz icrası,klâsik üslûbu, eşlik etmedeki ustalığı, yaptığı taksimlerdeki üstün geçki tekniği ile usta keman sanatkârlarındandı. Şed yollarını iyi bildiğinden, alışılmamış perdeleri kullanarak yaptığı sürprizli geçkileri ile tanındı. Yirminci yüzyıl Türk musikisinin en dikkate değer bestekârlarındandır. Geleneğe bağlı şarkı bestekârları arasında kendisine sağlam bir yer edinmiş, ustalıklı, başarılı,
ifadeli eserler besteledi. Klâsik geleneklere bağlı olmakla beraber, eserlerinde zevkli, yadırganmayan bazı yenilikler de uyguladı.
Yüz kadar eseri olduğu bilinen Cevdet Çağla, 22 Şubat 1988 tarihinde İstanbul'da hayata veda etti.
Evli olan Cevdet Çağla 'nın Ahmet Çağla adında oğlu ve Hülya (Yalım) adında bir kızı var.
Cemile Cevher Çiçek (1926; Maçka, Trabzon - 26 Şubat 2010; Şile, İstanbul), Türk ses sanatçısı, derlemeci ve nota yazıcıdır.
1946 yılında İstanbul’a yerleşti. 1950 yılından itibaren Hasan Sözeri’nin yönettiği Karadeniz’den Sesler Topluluğunda, İstanbul Radyosu'nda göreve başladı. Yurttan Sesler Topluluğu'nda yıllarca çalışmalarını sürdüren Cemile Cevher Çiçek, 1979 yılında emekliye ayrıldı.
Cemile Cevher, bilhassa seslendirdiği Karadeniz Bölgesi Türküleri ve horon havaları ile tanındı. Gerek radyo yayınları, gerek doldurduğu plak ve kasetler ve gerekse de yuriçi ve yurt dışında verdiği konserlerle pek çok türkünün, ülke genelinde yayılıp sevilmesini sağladı. Ses sanatçılığı yanında, Türkiye’nin çeşitli yörelerinden yaptığı derlemelerle TRT Türk Halk Müziği Repertuarına ‘Derleyici’ ve ‘Notalayıcı’ sıfatlarıyla onlarca türkü kazandırdı ve bunları seslendirdi. Ayrıca çeşitli kurumlarda, eğitimcilik görevinde bulunarak öğrenciler yetiştirdi. Özellikle Karadeniz Bölgesi türküleri ve horon havaları ile tanındı.
Türk halk müziği sanatçısı Ali Ekber Çiçek ile evli olan Cemile Cevher Çiçek, 26 Şubat 2010 tarihinde, İstanbul Şile'deki evinde hayatını kaybetti.
Derlediği bazı türküler
İşte Geldim Ekim Büküm Oynayın Kız Oynayın
Sen Bu Yaylaları Yaylayamazsın
Hasta Oldum Derdine
Dirvana Vurdim Uçti
Divane Aşık Gibi Dolaşırım Yollarda
Terazi Tartayurum
Akayı Daşlı Dere
Ben Geçiye Gidemem
Bu Gece Rüya Gördüm
Rize Evlerinin Önünde Kara Üzüm Asması
Karardı Karadeniz
Gökte Yıldız Ay Mısın
Gurbet Elde Yadellerin Derdini
Haldozun Portakalı
Hayde Hayde Gidelim
Maçkanın Yolu Taşlık
Peştamal Tezgahına
Karadeniz Püsküllüdür Püsküllü
Sabahtan Kalkar Kızlar
Cemil Demirsipahi (d. 1933 İstanbul, Beşiktaş – ö. 12.01.2013 Ankara.)
Türk halk bilimi, Türk halk dansları ve Türk halk müziği uzmanı, saz sanatçısı, besteci, müzikolog.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1960 ta bitirdi. Hacettepe Üniversitesi’nde ve TRT’de görev yaptı. 2002 yılında emekli oldu. Geleneksel ve Batı müziği formlarında 200 den fazla bestesi vardır. Türk Halk Oyunları adlı eseri Türk halk dansları konusunda en önemli kaynaklardan biridir. Ayrıca bağlama metodu ve müzik alanında başka kitapları da vardır. 12 Ocak 2013'de hayatını kaybetmişti
Cemil Cankat (1913,Şanlıurfa / 1976 Şanlıurfa)
1913 yılında Şanlıurfa'da doğdu. Babası Onbaşı Mehmet, anasının adı Ayşe'dir. Evli olup üç çocuğu vardır. 1976 yılında Şanlıurfa'da vefat etmiştir. Esas mesleği şoförlüktür. 19 Yaşında "Pencereden kar geliyor" adlı ilk plağını doldurur. Okuduğu plak çok sevilince, plaklar birbiri peşi sıra gelir ve 300 civarında plak yapar. Ünü yurt sınırlarını aşmıştır. Bilhassa Arap ülkelerinde sevilerek dinlenmiştir. Halep, Şam ve Kahire’de konserler vermiştir. Ses sanatçılığının yanında bestekârdır da. Plâğa okuduğu eserlerin çoğunu kendisi bestelemiştir. Birçok filmde başrol ve yardımcı rollerde oynamıştır. Plaklara okuduğu eserlerden bazıları TRT Repertuarına alınmıştır.
Cem Karaca (Muhtar Cem Karaca) (5.5.1945 / 8.2.2004)
5 Nisan 1945 tarihinde İstanbul'da doğdu. Tiyatro sanatçıları Toto Karaca ve Mehmet Karaca'nın tek çocuğu. Tiyatro kulislerinde büyüdü. 5 yaşında annesi ve teyzesinin etkisiyle şarkı söylemeye başladı.
Robert ve Kültür Koleji’nde öğrenim gördü. Müzik hayatına amatör olarak 'Dinamikler' ve 'Jaguarlar' adlı müzik gruplarında başladı. Profesyonel olarak 1967 yılında Mehmet Soyarslan, Tümay Yalçınkaya, Timur Fildişi ve Ahmet Tuzcuoğlu ile birlikte 'Apaşlar' grubunu kurdu. Aynı yıl Apaşlar, Altın Mikrofon Yarışması’nda, sözleri Erzurumlu Emrah'a ait olan Cem Karaca’nın bestelediği 'Emrah' adlı besteyle ikinciliği kazandı. Apaşlar, daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sentezleyip Anadolu- beat tarzında çalışmalara girişti. 'Emrah'la elde edilen büyük başarı, 'Resimdeki Gözyaşları' ve 'Bu Son Olsun' gibi parçalarla devam etti.
1969 yılında Apaşlar’dan ayrılarak Seyhan Karabay'la birlikte 'Cem Karaca-Kardaşlar' topluluğunu kurdu. Cem Karaca-Kardaşlar, yayınladıkları ilk 45'likleri 'Dadaloğlu' ile listelerde iyi bir sıraya yerleşti. 1972 yılında bu gruptan ayrıldı ve Moğollar'a geçti. 'Namus Belası', 'Gel Gel', 'Obur Dünya' gibi hit parçalarla büyük başarılara imza attı.
'Cem Karaca-Dervişan'ı kurdu. Bu grubun kilit isimleri Cem Karaca ve Uğur Dikmen'di.
Toplama olmayan ilk LP’si 'Yoksulluk Kader Olamaz'ı Dervişan ile birlikte çıkardı. Dervişan'ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70'lerdeki son grubu olan 'Edirdahan'ı kurdu. 'Cem Karaca- Edirhan'ın yaptığı 'Safinaz' isimli uzun çalar, Barış Manço’nun 1975 yılında çıkardığı '2023' ile birlikte Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümleri arasında yer aldı.
1979 yılında Almanya'ya gitti ve 12 Eylül 1980 sonrası Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Yaklaşık 8,5 yıl Almanya'da yaşadı. 27 Haziran 1987 akşamı Türkiye'ye geri döndü ve yeniden Türk vatandaşlığına alındı. Bu dönemde bazı eski arkadaşları tarafından suçlandı.
Bu suçlamalara kulak asmadan, yeni dünya görüşünü ortayan koyan eserler yapmaya başladı. Özellikle din konusunda değişen görüşleri çok tartışıldı.
Solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 tarihinde 59 yaşında vefat etti.
Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Diğer...
Celal Güzelses (1899, Diyarbakır - 1 Şubat 1959) (Mehmet Celalettin), Şark Bülbülü unvanlı Kürt kökenli ses sanatçısı.
1934 yılında Güzelses soyadını almıştır. Derviş Hasan ile Latife Hanım'ın oğludur. Eğitimi sırasında ve yaşamının son yıllarında müezzinlik de yaptı. 22 Haziran 1943'te birkaç arkadaşıyla birlikte Diyarbakır Halk Musiki Cemiyetini kurdu.
Esas ismi Mehmet Celalettin olan Celal Güzelses'in Babası Derviş hasanın vefatı ile Annesi Latife Hanım tarafından mahalle mektebine verilir. Birinci Dünya savaşı yıllarında Rüştiyenin lav edilmesi ile öğrenimini tamamlayamaz. Okula giderken 1913'ten 1921'e kadar Ulu Cami'deki müezinlik görevini devam ettirir.
1931 yılında Karındaş Mahmut'un Diyarbakır şivesini taklit ederek doldurduğu plak halktan oldukça tepki alır. Celal Güzelses bu plağı olan tepkisini dile getirerek İstanbul'a plak doldurmaya gider.
Celal Güzelses Bayandırlık bakanı Feyzi Pirinççioğlu'nun ısrarıyla 1917'de bir tesadüf sonucu tanıştığı Mustafa Kemal Paşadan "Şark Bülbülü" ünvanını alır. 1934 yılında soyadı kanunun kabulu ile soyadını sesinin güzel oluşundan alır.
Celal Güzelses 22 haziran 1943 tarihinde Diyarbakır halk musiki cemiyetini bir kaç arkadaşı ile birlikte kurar. 1950'de cemiyete yapılan resmi ödenekler ve belediye yardımlarının kesilmesi üzerine cemiyetten ayrılır. 1956 yılında kendisinden ayrılan arkadaşlarının yıldız kulubünde toplanmasıyla Celal Güzelses sarsılır. Ulu cami baş müezzinliği için vilayete başvuruda bulunur. Bu görevi 1956 yılından vefatına kadar (1 Şubat 1959) devam eder.
Vefatına Diyarbakır halkı çok üzülür. Naaşı Ulu Camii'den eller üzerinde ilahi ve tekbirlerle Şeyhi Zeki Efendi'nin metfun bulunduğu kabrinin alt kısmına vasiyeti üzerine defnedilir.
Celal Güzelses'den yaklaşık olarak 46 türkü derlenmiştir. Derlenen bazı türküler:
Ağlama Yar Ağlama
Bülbülün Kanadı Sarı
Dağlar Dağımdır Benim
Esmerin Ağı Gerek
Mardin Kapı Şen Olur
Nare Esvap Yıkıyor
Vallahi O Yardır
Adil Efendi
Ala Geyik
Aldı Zihr-i Tigine
Arkadaşlar Benim Derdim
Arpa Orağa Geldi
Ayrıldım Gülüm Senden
Ayvanda Yatan Oğlan
Az Kaldı Bayram Ola
Bahar Olur Yeşillenir Bu Bağlar
Bahçede Yeşil Çınar
Ben Şehid-i Badeyim
Bende Yetim (Beşiri Hoyrat)
Bilmeden Kapını Çaldım
Biner Paytona Gider Seyrana
Bir Güzel Ki On Yaşına Girince
Böyle Bağlar
Bu Dere Baştan Başa
Bu Dere Baştan Başa
Bu Gün Ben Yari Gördüm
Bülbülün Kanadı Sarı
Buy-i Vahdet Almışam
Coşkun Sular Ne Bulanık Akarsın
Dağda Duman Yeri Var
Dağdan Kestim Değenek
Dağlar Dağımdır
Dağlara Lale Düştü
Daldalanım (Muhalif Hoyrat)
Daldan Alım
Dedim Ey Efendim Gel Kıyma Bana
Derman Aramam Derdime
Düş Müdür Hayal Mıdır Bilmedim
El Ele Ver Gidah Puruthanaya
Eminem Oturmuş Taşın Üstüne
Esmer Bugün Ağlamış
Esti Baharın Nesimi
Evlerinin Önü Kavak
Evsel'i Duman Almış
Felek Gayet Dönek
Fincanın Etrafı Yeşi
Garibim Bu Vatanda
Hamaylı Boynundayım
Hele Yar Zalim Ya
Kalemi Kaşta Koydun
Kar Mı Yağmış Diyarbakır'ın Dağına
Kara Gözler
Karanfil Eken Bilir Malamın
Karşıda Görünürsün
Karşıki Dağlar Beyazlara Bürünmüş
Karşıki Dağlar Dumanından Bükülü
Karşımda Durdun Yete
Mardin Kapı Şen Olur
Mavi Yüzük Firuze
Meclisine Mail Oldum
Nare Esvap Yıkıyo
O Yarimin Damından
Odasına Girdim Fincan Elinde
Sana Dil Verdim
Sen Gideli Üç Gün Kaldı
Silmedin Göz Yaşını
Sürme Ben
Visalinle Bu Şeb Yari Canım
Yar İçerden (Muhalif Hoyrat)
Yaradan (Hoyrat)
Yaş Destanı
Yavrum Bugün Yaradan Var
Yenikapı'nın Yokuşu
Cavit Karabey ( d. 1962 Bayburt - ö. 14 Ocak 2008 Viranşehir, Şanlıurfa) Türk arabesk ve halk müziği şarkıcısı.
1986 yılında müzikle profesyonel olarak uğraşan sanatçı, ilk albümü 'Sensizlik Öyle Zor ki'yi bu tarihte çıkardı. Bu tarihten sonra 19 albüme daha imza atan Cavit Karabey’in “Seni Sevmeyen Ölsün, Sevdiğimi Biliyorsun, Çift Camlardan Ses Gelmiyor, Vay Be, Mihriban, Allah’ından Bul, Geceler,Sen Aslanlar Gibisin,Bir Alemsin,Aney “Kalbimdesin Kalbimde' isimli parçalar en tanınmış eserleri arasında yer almaktadır. Lakabı Arabeskin Kralı olan sanatçı program yapmak için gittiği Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde kaldığı otel odasında kalp krizi geçirerek yaşama veda etmiştir. Cenazesi 14 Ocak 2008 tarihinde Ankara Karşıyaka Mezarlığı 'nda toprağa verilmiştir. Karabey, evli ve 3 çocuk babasıdır.
Diskografi
Sensizlik Öyle Zor ki (1986)
Uğrunda Ölürüm-Sen Aslanlar Gibisin (1987)
Kalbimdesin Kalbimde (1989)
Mahkûm (1989)
Kısmetine Küs - Varlığın Yeter (1990)
Can Kalmadı (1990)
Gardiyan (1990)
Bir Lokma Ekmek İçin (1990)
Senden Başka Tanımam (1990)
Garipler Sokağı (1990)
Yaralandım (1991)
Beton Duvar (1992)
Vay Be - Gurbet Arkadaşım (1994)
Klasikler :Görüş Günü - Şehit Asker (1996)
Gençliğimi Satıyorum (1996)
Klasikler 2 (1997)
Aney Ah Be İstanbul (1997)
Gurbetin Seçme Uzun Havaları 3 (1998)
Allahından Bul - Geceler (2001)
Sevdiğimi Biliyorsun (2006)
Cahit Ceyhanlı D. 1939 / Ö
1939 Yılında Adana´nın Kocavezir mahallesinin 38 sokak ve 126 nolu evinde doğdum. Beş çocuklu bir aileydi bizimki, ölen de olsa beşten aşağı düşmemiş çocuk sayısı. Beş çocuğu olanlardan yol parası almazlarmış.
***Babanız ne iş yaparmış?
---Oturduğum binanın altındaki (Kuruköprü´de) Köse Bekir´de hamal başıydı babam. Ve en son Çukobirlik´de abimle birlikte çalıştılar.
***Hangi okula gittiniz?
---7 yaşlarında Trahomsuz okulu denen Cumhuriyet İlkokulu´na babam götürdü kayıt etmek için, zayıf ve çelimsiz olduğum için okula kayıt edilmeyince de ayakkabıcı çıraklığına verdi. Daha sonra da ayakkabıcı kalfası oldum Büyüksaat´te.
***Okumayı nasıl öğrendiniz peki?
---İnönü İlkokulu´ndaki gece mektebine gittim.
***O zamanlar mı şarkı, türkü söylerdiniz?
---Ayakkabıcı iken türkü söylerdim, beğeniliyordu. 4-5 arkadaş İstanbul´a kaçtık ayakkabıcı olarak. İstanbul´da çalıştığımız yerde türkü söylerken, komşu dükkândaki usta: ”Bu çocuğun sesini araya vermeyelim, bir müzisyenin fikrini alalım.” demiş. Bunun üzerine, Karagümrük´teki müzisyen İhsan hocanın yanına gittim… İhsan hoca bana: ”Evladım seni çok methediyorlar, bir oku da sesini dinleyelim, sizin ordan güzel sesli insanlar çıkar” dedi. Yıl 1957´diydi… Bir türkü okudum. İhsan hoca:”Maşallah”dedi… Daha sonra parmaklarıma do, re, mi, fa, sol, la, si, do olarak nota dizinini yazıp, okuttu. Bu olaydan sonra ben biryandan ayakkabıcı olarak çalışırken, diğer yandan da İhsan hocanın gittiği düğünlerde, yaptığı konser organizelerine birkaç defa gittim.
***Daha öncesinden yani daha çocukken müzikle ilgili belirtiler olmuş mu hayatınızda?
---Babamın arsa alırken diktiği dut ağacına çıkıp altı yaşlarında çocukça türküler söylerdim.
***Ailede başka sesi güzel olanlar var mıydı?
---Annem:“Sen sanma o sesin güzel, o ses benden sana hediye” demişti. Kızımın, çocuklarımın da sesi güzeldir aynı zamanda. İşte o yıllarda annem hâlâ kendi sesini beğeniyordu. Sonra bir gün, yine o yıllarda patronun bana hediye olarak verdiği kasetçaların ses kayıtını açtım. Anne dedim bir çek hele: ”Yükledin Üstüme Bu Gamı Felek”i okudu. Ardından, onun çok sevdiği türkü olan: ”Ayağına Giymiş Kara Yemeni”yi birlikte okuduk. Sonra kendine dinlettim türküleri. Kasetçalara aldığım sesi dinlemek için düğmeye bastığımda annem: “Aboovv bu ne ki?..” dedi “kendi sesini kendin mi dinliyorsun?.. Daha sonra annem sesimin güzel olduğunu kabul etti ama hep ”Benim sesim güzel olduğu için senin de sesin güzeldir.”demekten vazgeçmezdi rahmetli annem. Sonra, annem yaşlandığında ben hep yardım edecem dedim, kimse el atmasın darılırım. Annemin şalvarını şişirip, denizde yüzdürürdüm. Oğlum da “baba baba “diye beni hopuna aldı. Babamın ağzına çerez koyardım, oğlum da çerez alıp benim ağzıma koydu. Hayattayken bedelini gördüm.
***Sonraki yıllarda müzikle ilgili nasıl gelişmeler yer aldı hayatınızda?
---Mahallemizdeki çamurlu evde oturduğumuz 1950 yazında bir kozaya gitme olayımız oldu. Elci adam toplarken biz de dahil olduk. Birer hat alıp pamuk toplamaya başladık. Ben türkü söylemeye başlayınca, bana “sen pamuk toplama, türkü söyle” dediler ve her biri topladığı pamuktan getirip avuç avuç bana vermeye başladı.
***Ne zaman ilk kez sahneye çıktınız?
---1954´de,14 yaşında iken Barcı Halil´in sahibi olduğu Yenisaz Gazinosu´nda “Nasıl oldu bilemem.” ve ”Hasta gönlüm sevdi seni aman aman.” adlı gazelleri okudum. Orda beni dinleyen kunduracılar:”Dün akşam Cahit Seyhanlı´yı dinledim, ortalığı darmaduman etti.”demeye başlamışlar. Birbirlerine beni göstererek:”O Cahit ha…”diyorlardı. Müziği seviyor, dinliyordum ama bir gün sanatçı olmayı aklımdan geçirmiyordum.
***İstanbul´a kaçtıktan sonra müzikte neler yaptınız?
---1958 yılında İstanbul´da Çakır Hasan´ın Gazinosu ile Beyoğlu Saz Gazinosu´nda misafir sanatçı olarak okudum öylesine
***Daha sonra askere mi alındınız?
---1959´da Fatih Askerlik Şubesi´ne gittim. Adana´da askerliğe alınabileceğimi söylediler. Bunun üzerine Adana´ya geldim. Askere iki yıl kadar geç alınınca da Asfalt Rıza´nın Emirgan Çay Bahçesi ile bugünkü Büyükşehir Belediye binasının hemen arkasında yer alan Belediye Çay Bahçesi´nde 10.- TL yevmiye ile sahne almaya başladım. Neşe Karaböcek ile Nejat Uygur Tiyatrosu´nun ayrı ayrı sahne aldığı müzik programında ben de sahne aldım.
***Askerliği sanatçı olarak mı yaptınız?
---Askerliğimin 3. gününde kurmay başkanının kızının düğününde gidip okudum. Daha sonra da Isparta´da orduevinde okudum sanatçı olarak. İki yıl kadar süren askerliğim boyunca çevre il ve ilçelerin orduevi ile halkevlerindeki konserlere de katıldım.
***Askerlik sonrasında neler yaptınız?
---Askerdensonra Adana´ya gelip yine Emirgan Çay Bahçesi´nde20 lira yevmiye ile sahne almaya başlıyordum. Aynı zamanda ayakkabıcılığa da devam ediyordum. İki sezon böyle sahne aldım.
***Yeniden İstanbul´a gitmeniz nasıl oldu?
---İşte askerlik sonrası Emirgan´da alt kadrolarında birlikte birkaç ay sahne aldığım Zeki Müren, Muzaffer Akgün, Yıldırım Gürses gibi sanatçıların:“İstanbul´a gel, boğulacaksan da büyük denizde boğul” gibi sözleri beni İstanbul´a gitmeye teşvik etti.
***Peki aileniz ne diyordu bu duruma? Malum ya o yıllarda sanatçının değeri bu günkü gibi değildi?
---Annem istemiyordu şarkıcı olmamı. Babam da, daha küçükken bu çocuğun sesi güzel, güzel hafız olur diyordu. Ben de hafızlığı, iki gözü kör olmak sanıyordum, Kur´an okuyan biri sanmıyordum o yıllarda.
***Sizi şöhrete taşıyan, “Veremli Kız” adlı eseriniz dinleyicilere nasıl ulaştı? Bir hikâyesi vardır mutlaka…
---Murat Plak´a böyle böyle ”Veremli Kız” adlı eserim var dedim. “İnanıyorum evladım güzel” dedi. Sesimi dinledikten sonra 250 lira verdi “hımm hımmm” da diyerek. Çok beğendi yani. Firmayla anlaştıktan sonra birdenbire ”Veremli Kız”ı çıkaramadım. Önce kendimi kabul ettirmem gerekiyordu. Bu yüzden 1965 yılının sonuna kadar patronun dediğini yaptım, dediği şarkıları okudum. 65´de patrona “Veremli Kız”dan söz açtım… “artık okuyayım.” dedim. ”Bu konuda ne düşünüyorsun?..” dedi. “Nedret Güvenç´ i bana bulun.”dedim.
***Nedret Güvenç plaktaki ağlayan kızdı değil mi? Veremli kız yani.
---Evet oydu?.. Ben bulun deyince onu buldular. “Ne yapacam?” dedi Nedret Güvenç.” Filmdeki gibi ağla; kan, kan yine kan de dedim hıçkırarak. Böylece askerden geldikten sonraki üçüncü yılda, 1965´lerde “Veremli Kız”ı okudum. Nedret Güvenç “kan, kan yine kan” derken ben çok duygulandım. Plak bitti bir alkış koptu… Patron: “Hayatını okudun be evladım” dedi. Yaptığımız prova başarılı bulundu. Biz yeniden okumak istesek de prova kabul edildi. Nedret Hanım´la birlikte bize bir milyon verdiler. Verilen paranın 500 lirasını Nedret Hanım´a verdim. Nedret Güvenç: ”Ooo… Böyle para kazanmadım 3-4 dakikada. Şimdi ben bunu hak ettim mi?” dedi. “Veremli Kız”ın arkasına “Beyazlanmış saçının telleri” adlı eseri okudum. O da “Veremli Kız” kadar sükse yaptı. İkisi bir arada çok beğenildi, tutuldu. Sonra müthiş bir tebrik yağmuru geldi. Doğubank´da herkes beni tebrik ediyordu tanıyan tanımayan. Patron 4-5 yerde plak bastırsa da kavuşturamıyordu. Karaborsaya bile düşmüş “Veremli Kız”. Plak başı 25-30 kuruş verin desem zengin olurdum.
***”Veremli Kız”ı ne zaman ve nasıl bestelediniz? Sizi etkileyen bir gerçek olay oldu mu?
---Birçokları daha önce kendi tavır ve yorumlarıyla ”Veremli Kız” türküsünü değişik sözlerle başka başka makamlarda okumuşlardı. Ben de kendi tavrımla derleyip, birçok sözü tarafımdan yazılarak sunulmuş olan “Veremli Kız” ve devamı kabul edilmiştir ki, bu bana ait olarak okuduğum her yerde ağlayan ve ağlatan bir plak olarak bilinip kabul edildi.
***Cahit abi biz sizin türkülerinizle, uzun havalarınızla, gazellerinizle büyüdük. Hatırlıyorum, ”Veremli Kız” o yıllarda bomba gibi patlamıştı. Sonra “Kadifeler Gibisin”, “Gelmişim Meyhaneye” aldı başını gitti. Bazı şarkılar var ki olay haline gelmişti. Sizin eseriniz de onlardan biriydi. Peki siz ünlü olduğunuz o sıralarda başka teklifler de aldınız mı?
--- Yurtdışından her ülkeden gelen organizatörler oldu Almanya, Fransa ve diğer ülkelerden. Çok ekstra konserler de vardı. Televizyon yoktu henüz. Edirne - Erzurum arası birkaç yurt içi turne de yaptık. Fakat yurt içinden gelen bir teklif çok cazipti… Bir plakçı: “Cahitciğim arkalı önlü oku yüz bin lira” dedi. Dedim sen benim Adanalı olduğumu bilmiyorsun herhalde, tükürdüğümü yalamam.”
---Tam bir Adanalı cevabı valla… (gülüyoruz…) ”Veremli Kız”la altın plak da kazanmıştınız galiba?..
---Plak ölçülerinde Avrupa çapında platin plak kazanmışım. Türkiye´de platin yoktu, altın plak verdiler. Ardından “Meyhaneci” ve “Kadifeler Gibisin”i okudum. Sonra Nedret Güvenç´i de başka firmalar kaptı.
***”Veremli Kız” toplumdan nasıl bir tepki gördü?
---“Veremli Kız” yüzünden ölenler oldu. Hürriyet Gazetesi plak kaldırılsın diye yazdı. Ben üzülürken patron “gözün aydın…” dedi “prim yaptı, alan bir daha alır.” Hürriyet Gazetesi´nin bu haberi üzerine bu kez Gül Gülgün isminde gülen bir bayan buldum. Bestesi ve güftesi Adnan Varvaren´e ait olan “Gelmişim Meyhaneye” adlı şarkının başına “Meyhaneci meyhaneci içme” diyor o gülen bayan. “Veremli Kız”ı geçti bu plak. Patron dedi:”Cahit tesadüf değilmiş, sana ne hediye vereyim.” Dedim:”Araba yok…” 64 Chevrolet marka bir otomobil aldı. Bir gecede 3-4 yere gidiyoruz. Bir gün saydım yedi yere konsere gitmişiz. Akşam diyorum, 21:15´de konser vermezsen gelmem. Hoca bir gün sabah Allahuekber derken sahne aldım. Alt kadro: “Aman elini çabuk tut” diyor. Bu ara şoför dedi ki:”Abi ben sana yük olmayım, sen bana bir plaka al.” Dört bin liraya plaka aldık sonuçta. 500 lira da bahşiş verdim “Babaların babası…” dedi bahşişi alan adam. Yanlış demeyim şimdi o plaka 2 trilyon (iki milyar) eder. Akıl olsaydı 10-20 tane plaka alırdım. Sonra o arabayla, askerde plaklar dolduracağız, paralarımız ve kuyruklu arabalarımız olacak diyerek hayaller kurduğumuz Şarlo Cemil´in yanına geldim Adana´ya. Kapıyı vurunca: ”Allah Cahit gelmiş” dedi. Dedim: ”Şarlo kalk İstanbul´a gidiyoruz.” ”Araban var mı?” deyince “Var” dedim; “Askerde hayaller kurduğumuz kuyruklu araba geldi” dedim. “Allah…”dedi. İstanbul´a götürdüm onu. Yakınlarda o da rahmetli oldu. O yıllarda mutlu yaşadık.
***Şöhret dediniz; elde, avuçta tutmak zor, yedi bela değil mi?
---Adana´ya geldik, şöhreti yaşadık… Para var, şöhret en büyük belâ. Gençlere örnek olsun diye anlatıyorum… Alkolü çok sevdim, kumar oynamaya başladım. Aynada kendimle konuşmaya başladım eleştirerek. Bunları bırakmak için. Günlerden bir gün Eyüp Sultan´a konsere gittik. Spiker dedi:”Geldi, geldi bakın kim geldi? Cahit Seyhanlı geldi. Adnan Şenses vardı, pirimiz Abdullah Yüce´ydi. Hoş geldin dedik. İbrahim Tatlıses burdayken elimden öptü. ”Sen bizim babamızsın.” dedi.
***Şöhretli olmakla olmamak arasındaki insanın yaşadıkları çok farklı ve şaşırtıcı şeyler değil mi?
--- Cahit Seyhanlı olarak şöhret olmadan önce, Adanalı Cahit´ken yaşadığım bir olay var… Fevzi Üreten ve İsmail Demirdöğen gibi iki misafirim geldi. Cebimde 2,5 lira param vardı. Ben çay, onlar kahve içmişlerdi. Param oraya kadardı. Bir misafirim daha gelse mahcup olacaktım. Kahveye 2,5 lirayı verdim. Bir işim var diyerek orayı terk ettim. O yıllarda, 1966´da o bahsettiğim Fevzi Üreten ve İsmail Demirdöğen benden habersiz ”Veremli Kız”ı okudular. O arada Zeki Müren Çiftlik Gazinosu´nda okuyordu. Her sahneye çıkışında da “Veremli Kız”ı okuyormuş beni anarak. Sonra kendisinin okuduğu plak şirketinden:”Zekiciğim sen her şeyi güzel okuyorsun, bu şarkıyı da oku” dediklerinde: ”Cahitciğimin diline sağlık ne kadar da güzel okumuş. Yani demek ki ne haddimize okumak. Cahitciğime teşekkür ederim.”dediğini en yakınındaki müzisyen Polat Tezel bunu bana nakletti. Ölenlere rahmet, kalanlara selamlar.
***Şöhretli olmak ya da olmamak yerine göre kişi ve olayların size bakış açılarını da değiştiriyor…
---Sanatçıysan okuduğun iki şarkı, kısmetin de varsa hayatının yönünü değiştiriyor. Sporsuysan attığın iki golle aynı şartlarda orda da rayicin artıyor. Aslında maya sağlam da satışa sunmak şans işidir. Şans çok lazımdır insana, herkese lazımdır, tavsiye edilir. Anlamışu: Hani Adana´da 20 lira yevmiye ile sahneye çıktığımız günleri söylemiştik başlangıçta ya o 20 lira günün birinde İzmit´te karşıma çıktı. Öylesine kendini tanıtmak için birçok pozisyonlar eline geçiyor ya da geçmiyor. O yıllarda gece sabahlara kadar konserler tertip edilirdi. Ünlü, ünsüz birçok sanatçı o bölgelerde konser vermek üzere çeşitli adreslere, çeşitli sinemalara giderdik. Biz sıra bekleyen isimsiz sanatçılardık. Ara boşluklarında bize, sıran geldi, hazır ol gibi uyarılar yaparlardı. O gün Kocaeli, İzmit Kültür Sineması´nda Nesrin Sipahi Hanımefendi sahneye çıktı. En az bir saat okuması gerekirken yarım saatte programı bitirdi. Sonra bana baktı organizatör:”Hadi Cahit´im” dedi. Takdimci:”Adana´dan bir gencimiz var, Cahit” dedi, beni sundu. Milletin gözüne baktım. Önce bir selamünaleyküm dedim. Onlar bana aleykümselam deyince dedim bunlar benim okuyacağım kişiler. En ön sıranın ortasındaki protokolda rahmetli İzmit Belediye Başkanı Leyla Atakan hanımefendi oturuyordu. O kadar şarkıyı türküyü candan alkışlarıyla beni taltif ediyordu. Sonrasında öğrendim ki: ”Bu delikanlı burda yapacağımız her konsere gelecek” demiş. Bir saate yakın sahnede durdum. Seyirciler beni omuzlara almışlardı. Bırakıp gitsem yeniden sahneye gelmemi istiyorlardı. O yıllarda, o günlerde gittiğimiz konserlerde bize 40-50 lira ücret veriyorlardı. Bizim ücretimiz oydu sanki. Benden önce okuyan Nesrin (Sipahi) ablaya üç bin lira verdiklerini gördüm. Ben ondan yarım saat daha fazla okumuştum. Devrisi gün yazıhaneye gittim. Benim elime de iki tane büyük para sıkıştırdılar. Merdivenlerde avucumu açtım, paraya baktım iki onluk vermişler. Dedim ki yarabbi bunlarla beni hakkımı almak üzere karşılaştır. “Veremli Kız”ın akabinde aynı organizatör bir konser sonrası “avucunu aç” dedi. 5-6 tane yüzlük saydı elime. “Cahitciğim yeter mi?”dedi. Dedim:”Baba sizlerde alacağım var. Bunların hepsini sizden alacam” dedim. Allah bana bu zevki tattırdı. Yani öyle ki… Bir plak veya iki plak, bir gol veya iki gol insanın kaderinde neleri değiştiriyor. “Veremli Kız” plağını okumaya giderken bir odada üç arkadaş kalıyorduk. Kapıdan çıkmadan dedim ki: ”Ya rabbim kısmetimde varsa bu plakla benim ufkumu genişlet. Yoksa ben mesleğime döneyim, ayakkabıcılık daha eftaldır.
***Şimdi aradan geçen yaklaşık 50 yıl sonra anılar deyince başka neler geliyor aklınıza?
---O günden bu güne anlatılacak çok hatıralar var şöhret öncesi, şöhret sonrası… Meslek sahibi iken kendime has bir düzenle hayatımı idame ediyordum. Çok erken gurbete kaçtığımdan dolayı yani 1956´da, 1,5 yıl sonra Adana´ya döndüğümde rahmetli babam: Oğlum sen evimizin gülüydün fakat erken kaçtın, günün birinde sen de evlat hasreti çekesin. Çok uzaklara gidesin” dedi. Dedim ki baba İstanbul´a giderken Ankara´yı da görüyoruz. Bir gün de İzmir´e giderim. Zaten Adana benim memleketim. Gurbet bunun neresinde? Rahmetli babam dedi ki:”Almanya´ya gidesin” dedi; ”İngiltere´ye, Fransa´ya gidesin.” Aklına gelen devletleri saydı. Ben oysa o zaman güldüm. Dedim:”Baba biz oraları filmlerde görüyoruz. O senin saydıkların bir hayalden ibaret. “Sonuç… Evlat hasreti çekesin.” dedi. Adana Kocavezir mahallesinden İstanbul´a mesleğiyle birlikte kâr, kazanç sağlayan bir delikanlı aklından geçiremeyeceği sanatçıları dinleme şerefine nail oluyor… Başta Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Müzeyyen Senar olmak üzere Safiye Ayla´lar, HamiyetYüceses´ler.. Dümbüllü İsmail´leri sahnelerde seyredip onlara hayranlığı çoğalıyor. Sonraki günlerde, yani 1957-58 işte, benzer sazlarla Çakıl Gazinosu´nda deneme maksatlı sahneye çıkan herkesin beğenisini kazanan, sanata meyil etmiş kişi olarak anlattığımız dershanelere gönderilmeler. Gittiği her yerde kendini kabul ettiren, beğendiren, gurbeti bitirip askere gitmek üzere Adana´ya gelen, başta Emirgan, sonra Belediye Çay Bahçesi sahnelerinde kisveye bürünen, artık dönüşü olmayan bir daha ayakkabıcılığa, hayalinde olmayan yeni bir sayfa açan bir Cahit, yeni bir döneme Isparta 58.Tümen 3. Er Eğitim Tugayı birliği sırasına girdi. Orada sesi güzel olanlar, sazı çalanlar, sahne bilinci olanları seçerken hemen o anda şarkılar, türküler söyletmeye başladılar. Anlattığımın 3. günü Kurmay Başkanının kızının düğününde ilk konseri vermeye başladık. Yani o günkü konserlerimizde başta Isparta Valisi ve tümen, tugay komutanlarımız hemen hemen her gün dinlerlerdi. Çevre il ve ilçelere, Afyon, Antalya´ya kadar gittik konserler vermek için. Her gittiğimiz şehirde, kazada, nahiyede 16 yaşından beri beynimde, zihnimde olan “Veremli Kız”ı okur, takdirler, davetler alırdık.
Biz o yıllarda Cemil Erol (Şarlo) ile hayaller kurardık. Cemil Erol Adana´mızın darbukacılarındandı. Kurduğumuz hayaller gerçeğe döndü. Terhis olduk, 1966 yılında Şükran Ay - Cahit Seyhanlı Türkiye turnesine çıktık. Ardından, 1967´de Muzaffer Akgün - Cahit Seyhanlı Türkiye turnesine çıktık. Bu aralarda bir günde 3, 5, 7 defa sahneye çıktığımız oldu. Sene 70´de dediler: ”Cahitciğim İngiltere turnesi yapıyoruz.” Neşe Can hanımla orada bir müddet kaldık. Sonra hani diyoruz ya şöhret başlı başına bir bela, arkadaşlarla alkolü biraz fazla kaçırmışız ve özel odama girdim 3yaşındaki kızımın resmi duvarda asılıydı. Resim canlandı:”Baba gel” diye. O gün orda ağladım. Fakat bir yandan da:”Baba burda beni yakaladın” dedim. Sonra da o dediği devletlere gittim, aynı anıları yaşadım. Orda ki (Londra) topluluklarda olan sanatçı arkadaşlar: “Burdan Kıbrıs´a gidelim” dediler. Yine ordan İngiltere´ye, Fransa´ya, Fransa´dan da Almanya´ya geldik. Köln´de Yüksel Özkasap´ın eşi olan plakçı Yılmaz Asöcal bizi ağırladı. Önce ben kendimi feda ettim gidelim Kıbrıs´a bize ne yapacaklar diye. Menajerimle Kıbrıs´a gittik (1970). Menajerim hem İngiltere hem de Kıbrıs vatandaşıydı. Kıbrıs´ta gümrüğe girdik, neyin nesisin, neyin fesisin deyince memurlar, ben Adanalıyım dedim, Kıbrıs bize çok yakın, merak ettim dedim. Onlar da dinlemeyip, karanlık bir odada gözetim altına aldılar beni. O ara orda ki Kıbrıs Rum Gümrük polisi beni plaklardan tanıdığı için Cahit Seyhanlı deyip bana sahiplendi. Adamın da Türkçesi o kadarmış. Yalnızca Cahit Seyhanlı biliyormuş, gerisini konuşup, anlaşamadık. O da diğer Rum polislerine benim hakkımda bir şeyler anlatmaya çalışsa da anlatamadı. Ve beni geri iade edeceklerini söylediler. Menajerim Limasol Belediye Başkanı´nı meğer yakından tanırmış, gitti, beni bırakıp. Ne yardımda bulunduysa oraya, şimdiki ismiyle rüşvet ne verdiyse, bir aylık müsaade çıktı bize Kıbrıs için. Diğer arkadaşlar başka bir uçakla geldiler. Buluştuk. Havaalanından çıktığımda yarabbi burda bizim ecdadımızın canı, kanı, muhabbeti var deyip toprağı öptüm. Benim insanlarım buraya elini kolunu sallaya sallaya inşallah gelsinler dedim. Ordan beni bir yere götürdüler. Orda tanıyıp da çıkaramadığım bir beyefendi:”Hoş geldin Cahit” dedi. Önce toparlayamadım sonra Dr. Fazıl Küçük olduğunu anladım. Halkın Sesi gazetesinin sahibiymiş. Sonra özür diledim tanıyamadığım için. Sonra, sizin1957´de İstanbul Beyazıt Meydanı´nda yaptığınız büyük mitingde ben de vardım efendim dedim. Daha da sevindi. Bir sonraki gün koca bir resmimin yayınlandığı gazete, “Cahit Seyhanlı mücahit kardeşlerinin moral eğitimine geldi” diye bir başlık attı. Kıbrıs´ta sayısız konserler verdik. Baba ruhun şad olsun.
Eski tabirle salonu tıklım tıklım mı doldururdunuz salonu?
---Öyle olurdu… Çok rağbet olurdu. Ve şu an aklıma bunun bir hatırası da geldi… Güler Gürses Adana´da sahne alan sanatçı arkadaşlarımdandı. Eşi Adanalıydı. “Cahitciğim n´olur burda kalma, Adana´da kendini harcatma” diyenlerdendi. Sonra, Güler Gürses´in karşısına Bursa´da, ünlü olduktan sonra Cahit Seyhanlı olarak çıktım.” Gazinodaki müşterileri göstererek bana:”Bugünün solisti sensin Cahit sen en son çıkacan” dedi. Dedim yok… ”Bu seyirci senin seyircin, sen doldurdun “dedi. Ben kabul etmedim. Dedim yok… Sen benim ablamsın, saygı duyduğum insansın dedim. Sonunda onu çıkardım benden sonra.
***Burda da biraz sahnelerin Adanalılığı var, güzel, centilmence bir davranış… Özellikle bir bayan sanatçıya yapılan güzel bir jest.
---Yine bir diğer anı… Ceyhanlı bir çocuk öğretmendi:”Ben İstanbul´a gelecem, plak okuyacam“ dedi. O çocuk Hakkı Bulut´tu. Geldi, okudu, şöhret oldu. Boynuz kulağı geçti. Hakkı Bulut´la 7-8 ay birlikte çalıştık. Günde 2-3 konser verdik.
***Adana İl Radyosu´nda, “Çukurova´dan Sesler”de yer aldınız mı?
---Askerden geldik, Selahattin Sarıkaya´nın babası amca gibi yakındı, ailece görüşüyorduk. Selahattin Sarıkaya etrafına topladı Şaban Gen, Abdurrahman Yağdıran, Hacı ve diğer arkadaşları. Selahattin Sarıkaya bana da:”Cahit ne diyorsun kalacaksan kal, gideceksen sen bilirsin.” dedi. Ben İstanbul´a geldim o ara o nedenle de radyoda bulunmadım.
Alkolü çok sevdim, kumar oynamaya başladım dediniz… Daha sonra bunları bırakmak için tövbe mi ettiniz?
---Bir gün bir kumarhaneye geldim. Cebimde 2-3 bin mark vardı, kumara verdim. Aşağı indim akşam ezanı okunuyordu. Yarabbi akşam ezanı şahit olsun ben artık bıraktım kumarı, tüm kötü alışkanlıklarımı bıraktım dedim. Arkadaşlar çağırdılar, aramayın, aramayın bıraktım dedim. Bazılarını kıramadım ama baktım yine olmuyor. Sonra dedim artık kesin bıraktım… Geldim ev içki dolu, hep dağıttım eşe dosta. Ben artık namaza başladım dedim. Eşim, “ben de başımı bağlayayım” dedi. Sonra cemaat olduk. Erbakan´la tanıştık. Dediler ki:”Kasımpaşa´ya konsere gidek. Genç bir il başkanı var. Baktım Tayyip Erdoğan. Organizatör o gün için konserleri farklı partilere, ortamlara satıyordu. Bir Mıstık vardı… O en çok alkış alıyordu… Mıstık bakıyor CHP… İsmet Paşa´nın resmini koyuyor. “Paşam paşam..” diyor sahneye çıkıp. Başka bir konserde bakıyorsunuz Adnan Menderes´in resmini koyuyor… İşte daha sonra 1985´de Hac´ca gittik… Hac´dan sonra (1985) veda tavafı yaparken, yarabbi bunu veda tavafı olarak kabul etme. Bu kapı bana açılsın defalarca, gelim dedim. Sonra altı kez daha hacca gittim. Kaynanamın, kayınbabamın, annemin, babamın yerine hacca gittim. Bacım da öldü rahmetli. Ali Ercan´ın şirketi olan Ercan Kasetçilik´e iki tane ilahi kaseti okudum müziksiz olarak. Şimdi ilahilerin içine müzik, çeşitli orkestralar koydular, dejenire ettiler.
***Bestelerinizin güftelerini de mi siz yazdınız?
---Hepsini değil; ayrıca ozan veya şair de değilim.
***Şimdiye kadar kaç beste yaptınız, kaç plak doldurdunuz?
---30-40 kadar var
***Müziğin dünle bu gününü karşılaştırdığınızda nasıl bir sonuç çıkıyor ortaya.
---Biz o zaman bilek ve yürekle yaptık bu işi. Şimdi teknoloji ile yapılıyor. Arada büyük fark var. Şimdi müzik tam gündemde olmasa da gün gelir geri dönüş yapar, yine gündeme gelir
***Dünkü sahne sanatçılarıyla bugünküleri kıyasladığınızda durum nasıl?
---İstanbul´a gittiğimde Abdullah Yüce´nin elini öptüm. İbrahim Tatlıses de benim elimi öptü. Saygılı olanlar kazanıyor. Mağrur ve kibirli olanlar kaybediyor.
***Bestekâr ve ses sanatçısı olarak kimleri beğeniyorsunuz?---Benden başka herkesi.
***Çok teşekkür ederim bu detaylı röportaj için Cahit abi.
---Ben de sana teşekkür ederim, sağ olasın…
Cumali KARATAŞ
Binali Selman (1931 Bayburt / 1996)
1931 Bayburtta doğdu. 1954te İstanbul Radyosunun açtığı sınavı kazandı, memur-sanatçı olarak radyoya girdi.
Üflemeli halk müziği sazlarının tümünü çok iyi çalabilen Binali Selman, ney çalışıyla ün yapmıştır.
Geçimini sanatçı memur olarak sağlayan Binali Selman, 30 yıla yakın aralıksız İstanbul Radyosu’nda müzik hayatına devam etti. Barış Manço, Cem Karaca gibi ünlü isimlerin hit olmuş şarkılarına eşlik etti, kâh dramatik kâh komedi tarzı birçok Türk Sineması filminde onun çaldığı zurna yada ney sesi film müziği olarak hafızalarda yer aldı.
Anadolu’nun geleneksel müziğine hayat veren isimlerden biri olarak; radyo ve TV yayınlarındaki yorumlarıyla birlikte kendisini geniş kitlelere ulaştıran plaklarıyla dikkat çekerken, ünlü perküsyon ustası Okay Temiz’i de çok etkilemişti. 1972'de Stockholm'de kurduğu grupla İskandinavya ve Avrupa'nın tanınmış caz müzisyenleriyle Türk folk ve sufi müziğini tanıtan Temiz’in ‘Oriental Wind’ adlı projesine de dahil olmuştu.
Ağabeysi Yaşar Selman’la başlayan, oğlu Mahir Selman’ın da zaman zaman eşlik ettiği başta Amerika olmak üzere İskandinavya ülkelerinden Hindistan turnelerine kadar uzanan müzik hayatının en parlak yıllarını ise Okay Temiz ile geçirdi. Larenks kanseri ile mücadele ettiği son zamanlarında bile üflemeli halk müziğinin en iyileri olarak gösterilen birçok isme de el veren Binali Selman, Türk halk müziğinin tarihine iz düşen saltanatını, çok sevdiği zurnasıyla birlikte mey sanatçısı oğlu Deniz Selman’a bıraktı.
Türkiyenin gelmiş geçmiş en iyi Zurna üstadıdır.80li yıllarda Hindistanda yapılan yarışmada Dünya Zurna Çalma Şampiyonu olmuş ve ünlü Perküsyon müzisyeni Okay Temiz ile çıktıkları,dünya turnesinde 30 kadar ülkede Türk halk ezgilerini zurna ve vurmalı çalgılarla tanıtmışlar;kültür bakanlığınca ödüllendirilmişlerdi.Bayburtlu olmakla her zaman övünürdü,bu önemli üstat ve güzel insan ne yazıkki 1996 yılında hakkın rahmetine kavuştu.Ruhu şadolsun.