besteciler

besteciler

besteciler

Cumartesi, 03 Haziran 2017 00:20

Artaki Candan

artaki candanArtaki Candan (1885 / 30 Ocak 1948)

Kanuni Artaki Efendi, 1885 yılında, o zamanlar ülkemizin sınırları içinde bulunan Selanik’te doğdu. Babası Azerik berberlik yapardı. Ailesi onun tıp doktoru olmasını istiyordu. Bu sebeple Artaki orta öğrenimini bitirdikten sonra ailece İstanbul’a geldiler. Tıbbiyeye iki yıl devam ederek bitiremeden ayrıldı. Musikiye aşırı düşkünlüğü olduğundan ailesini İstanbul’da bırakarak Selanik’e döndü.Çok yoksul ve sıkıntılı günler

geçirerek sonunda Selanikli Ahmed Efendi ile tanıştırıldı. Önceleri sadece musiki hocası olan bu değerli ve iyiliksever sanatkar, bir dost ve bir baba gibi onu himayesine aldı. Kanun çalmada ustalaştıktan sonra birlikte çalıştılar. Bu sıralarda annesi oğlunu görmek için Selanik’e geldiyse de Artaki bu isteği reddetti.Daha sonra hocası ile İstanbul’a döndü. İstanbul’a gelince şimdiki Taksim bahçesinin içinde, Divan Oteli’nin karşısındaki köşede bulunan Eldorado’da çalışmaya başladı. Kemençeci Aleko ile Mısırlı İbrahim Efendi de burada çalışıyordu. Uzun bir sahne hayatı olan bu Ermeni asıllı sanatkar başka gazinolarda da çalmıştır.

Sazına hakim, tavrı ve uslubu güzel, çalarken sazına bakmayan, kendinden emin bir sanatkardı. “Piyasa Tavrı” denen bozuk icrayı sevmez, mesleğe yeni girenleri bunun için uyarır, sazlarında zerafetten ayrılmamalarını, ifade gücü vermelerini öğütlerdi. Sanat çevresinde ve dostları arasında çok sevilen bir kimseydi. Nazik, terbiyeli, haddini bilen, kimseyi incitmeyen bir kimse olduğu için yakınlarının ısrarı ile asıl soyadı olan “Terziyan” ı bırakmış, Candan soyadını almıştır.

Uzun yıllar İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti’nde çalışan Artaki Candan, I.Dünya Savaşı yıllarında “Sahibinin Sesi” firmasına girdi. Önceleri bu şirketin saz sanatkarları arasındaydı, daha sonra müdürlüğünü yaptı. Ölünceye kadar da bu görevde kaldı. O dönemde alınmış olan plaklarda icrasından örnekler vardır. İyi bir bestekar olan bu değerli sanatkar, şarkı repertuarımıza güzel eserler hediye etmiştir. İlk eseri nihavend makamından “Bugün dil-i divaneden…” ikincisi ise “Parlıyor cismim gibi” güfteli eserlerdir. Elli kadar eseri biliniyor.

Artaki Candan 30 Ocak 1948 tarihinde mesane kanserinden öldü. Cenazesi kalabalık bir sanatkar topluluğu ile kaldırılarak dostlarının elleri üzerinde, Şişli Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verildi. Vasiyeti gereğince ölümünün kırkıncı günü mezarı başında son bestelerinden olan bayati makamındaki peşrevi çalındı. Fikret Kutluğ en tanınmış öğrencileri arasındadır.

Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.

   Acemaşiran-Ne kadar gözyaşı döktüm o gözün üstüne ben

   Bayati Peşrev

   Evç-Aşkınla harab olduğumu söyleyebilsem

   Ferahnak-Ruhumda bahar açtı onun bülbülü sensin

   Hicaz-Adalarda gezer durur Adalı

   Hicaz-Bazı günler ruhumu ağlat da geç

   Hicaz-Ne olursun beni sevsen

   Hicaz-Sensiz gecenin var mı sabahı

   Hicazkar-Kırılırdı oyuncak olsa bile

   Hüseyni-Çekilmez doğrusu gayri cevri cihanım

   Hüseyni-Yetti gayri çektiğim

   Hüzzam-Aşıkın halini zalim bilmiyor

   Hüzzam-Kirpiklerinin her teli bir katre taşırken

   Hüzzam-Şebi hüznümde hayalinle teselli bulurum

   Hüzzam-Son hatıra aşkımda kalan bir sarı saçtı

   Hüzzam-Vuracak sine arar gizlice tigi nigahın

   Karcığar-Bu gece çamlarda kalsak ne olur

   Karcığar-Bülbül sesi ah oldu bu yıl faslı baharda

   Karcığar-Her zaman bir olur mu ey hunriz nigahım

   Kürdilihicazkar-Artık ne siyah gözlerinin

   Kürdilihicazkar-Bağlandı gönül bir güzele

   Kürdilihicazkar-Cismin gibi ruhunda güzel zannedip ey mah

   Kürdilihicazkar-Ey dalgalanırken suların oynak izinde

   Kürdilihicazkar-Gitti gelse gamda bitse tükense

   Kürdilihicazkar-Göz önünde çürüdü mahvu harab oldu tenim

   Kürdilihicazkar-Hani ya sen benimdin niye döndün sözünden

   Kürdilihicazkar-İmtidadı aşkıma çeşmi siyahındır sebep

   Kürdilihicazkar-Kanuni dilin her teli sazımla

   Kürdilihicazkar-Parlıyor fikrim o parlak gözlere baktıkça ben

   Kürdilihicazkar-Yetmez mi tükenmez mi acep bunca meşakkat

   Nevakürdi-Geçti o gülünç aşk ü heves ey dili şeyda

   Nihavend-Bugün deli divaneyin tükendi ahu zarı

   Nihavend-Ey hayali gözden gitmeyen dilber

   Nihavend-Koklasam saçlarını bu gece ta fecre kadar

   Saba-Aşkımın hep yıkılınca siteminle temeli

   Saba-Bekler beni hergün susamış bir ecelim var

   Suzinak-Şen gözlerinin şiirine ben kalbimi verdim

   Uşşak-Sevdama yakın gel beni elleri gibi tutma

   Uşşak-Sonbaharın çiçekleri yavaş yavaş soluyor

Cuma, 02 Haziran 2017 17:40

Ali Rıza Sağman

ali riza sagmanAli Rıza Sağman (1890 / 1996)

1306 (1890) yılında Ünye kazasında doğdum. Babam o kazanın deppoy memuru Ömer Efendi idi. 1313' te babamın yüzbaşılığa terfii ve tâyini sebebiyle gittiğimiz Giresun'da hıfzımı ve iptidaî rüştî tahsilimi ikmâl ettim. 1320'de İstanbul'a medrese tahsiline geldim. Fatih Camiinde meşhur ve şehidi mağfur İskilipli Âtıf Efendi'nin dersine oturdum. Yaz tatillerinde Giresun'a gittikçe Bayazıtzâde Hâfız Ali Efendi'den tecvid, maharic-i hurûf, aşere ve takrîb okuyup 1326'da icazetnâme aldım.

1908-1909 yıllarının doldurduğu hadiselerle Rönesans'a kavuştum. İstanbul'da Beyanü'l Hakk mecmuasında, Giresun'da Karadeniz gazetesinde yazılar yazmağa başladım. Çok aşırı olmamakla beraber İttihat ve Terakki'ye muhaliftim. Bu sebeple İttihat ve Terakki'nin tepmesine uğramak şerefine ermiş, 29 Mayıs 1329'da Sinop'a gitmek üzere Sirkeci rıhtımından hareket eden Sürgünler Vapuru (Bahricedit) 'de bulunmak saadetine yükselmiştim.

"Haşerattan yenilen darbe hakîkatte kuzum,

Harp yerinde alınan yâreye benzer, severim.

Bu durum özge delildir ki: hamiyattârım

Ben bununla öğünür, yel olurum da eserim."

Tam 27 ay Sinop'ta, 4 yıl Çorum'da sürgünlülük vazifesini hakkiyle îfâ eyledikten sonra Mondros Mütarekesi'nin imzalanması ve ittihatçıların memleketi mahv ile, koca imparatorluğun ipini çekmesi ve birer birer kaçmasından sonra İstanbul'a döndüm.

Dayanılmaz mâli sıkıntılara rağmen yarı kalan tahsilimi ikmâl için kazandığım imtihan sonunda Şahin Medresesi'nin son sınıfına girdim. Arabiye ve Edebiyat hocalığını merhûm Mehmet Akif'in yaptığı bu medreseden mezun olduktan sonra Süleymaniye'nin imtihanını kazanıp bu muâllâ müessesenin Kelâm, Tasavvuf ve Felsefe şûbesine girdim. Buradan 1922 yılında 'Aliyyü'l âlâ' diploma aldım. 1342'de yazdığım tezden dolayı da üç 'şâyân-ı takdîr' e mazhar oldum. Bundan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne devama başladım. Üç yıl sonra 'Âlâ' derece ile bitirdim. Diplomam 1927- 1928 tarihli ve 2332 numaralıdır. Avukatlık stajımı da yaptım. Fakat adliyeye intisap etmedim, öğretim işini daha feyizli buldum. 1923 yılından bu güne kadar muhtelif okullarda, muhtelif derslerde muallimlik yaptım. Daruşşafaka, İran Okulu, Sen Mişel Fransız Koleji ve İmam Hatip Okulunda, İngiliz Erkek Lisesi'nde Umûmî Tarih, Türkçe, Din, Kur'an ve Kelam, Teoloji hocalığı yaptım.

Şâir değilsem de nâzımlığa yelteniyorum. Muhtelif mecmualarda diyânet, milliyet, insaniyet ve fazîlet mevzûlu nâçiz eserlerim çıkmıştır.

Çorum'da iken kânun çalmakla, bilahare Çarşamba'lı Hâfız Cemâl'den beste, şarkı gibi eserler geçmek ve usûl vurmayı öğrenmekle başladığım mûsikîye de azdan çoktan intisâbım var. Ses san'atından biraz anlayışım olduğu için kendime göre kompozitörlüğüm de bulunur. Matbû eserlerimin bazıları radyoda okunmaktadır. Elli Yıllık Türk Mûsikîsi adlı esere yazarı Mustafa Rona beyfendi bu âcizlerinin ismini ve resmini koymak lûtfunda bulunmuştur. Odeon Parlofon, Orfeon ve Kolombiya kumpanyalarına okunmuş ve neşredilmiş plâklarım vardır. Güfteleri ve besteleri bendenize aittir. Basılacak ve basılmış kırka yakın eserin sahibiyim. Nâçiz karakterimi meydana getiren bu vasıflar içinde beni en çok iftihara sevkeden hangisidir biliyormusunuz? Hâafızlığım. Bunun verdiği maddî şeref ve mânevî gıda diğerlerinin verdikleri ile kıyas kabul etmeyecek kadar bence fazladır."

Hâfız Ali Rızâ Bey, 13 Eylül 1965 tarihinde Karagümrük Nurettin Tekkesi Sokak No.67' deki evinde kalp krizinden vefât etti. Çorum'da sürgündeyken evlendiği ve sâdece birkaç yıl evli kaldığı eşi Şerîfe Hûriye Hanım'dan olma kızı Medîha Işık'tan başka vârisi yoktu. Sağlığında yaptırmış olduğu Edirnekapı'daki mezarında yatmaktadır. Mezarı 1948 yılında ölen annesi Ayşe hanımın mezarı ile ve bilahire 1981'de ölen boşanmış eşinin mezarı ile yan yanadır. Mezar taşına kendisi sağlığında “Bu mezar Muallim Ali Rızâ Sağman'a aittir” ibaresini yazdırmıştır.

Ali Rızâ Sağman'ın vefatının 1.yıldönümünde evinin bahçesinde bir anma töreni yapılmıştır. Merhûm ömrü boyunca bu bahçedeki güllerle haşır neşir olurdu. Morundan pembesine, beyazından siyahına kadar yediverenlerin katmer katmer açtığı bu bahçeyi dostları ile ettiği sohbetler, okunan şiirler, geçilen şarkı ve gazeller renklendirirdi. Bu bahçe ayrıca adeta bir üniversite idi. Müdâvimleri arasında İsmâîl Hâmi Danişment, Ziyâ Uygur, Raif Ogan, Cevat Rifat Atilhan, Fazlı Akkaya, Kemâl Baykal, Zühtü ve Cemâl Oğuz Öcal beyler ve birçok dostları vardı. Necâti Aktürk, Cevdet Soydanses teklîfsiz misâfirleri idi. Bu ev ve bu bahçede aktüel, dînî, ilmî ve edebî konular ele alınır, konuşulurdu. Sohbet aralarını İran'lı dostlarının eksik etmediği Acem çayları tatlandırır ve geçilen değişik fasıllar renklendirirdi. Kemâl Baykal'ın yayından çıkan nağmeler, Necâti Aktürk, Zeki Sesli, Mahmut Hataylı, Nusret Yeşilçay, Hasan Akkuş, Hâfız Gerede'nin gökkubbede çınlayan sadâları bu bahçede âbideleşirdi.

Cuma, 02 Haziran 2017 17:35

Ali Rıfat Çağatay

ali rifat cagatayAli Rıfat Çağatay (1869 – 3 Mart 1935)

Türk udî, çellist, kemençezen ve bestekâr. İstiklâl Marşı’nın ilk bestecisidir.

İstanbul’da doğan ve yaşamını aynı şehirde sürdüren Ali Rıfat Çağatay, dönemin ünlü hocalarından müzik eğitimi aldı.

  1. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da kurulan ve İstanbul müzik tarihinde önemli yeri olan Şark Musiki Cemiyeti’nin başkanlığını yaptı. Türk Musikisi Ocağı adlı kurumu kurdu.

1914 yılında Darülelhan (Nağmelerin Evi) adıyla açılan devlet konservatuvarının öğretim kadrosunda yer aldı. Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde öğrenci yetiştirdi. 50 civarında bestesi ve müzik üzerine çok sayıda makalesi bulunur.

Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı ve 1921’de resmi marş olarak kabul edilen İstiklal Marşı’nın ilk bestesini Ali Rıfat Bey yazmıştır. Bu beste 1924’ten 1930’a kadar kullanıldı; 1930’da Osman Zeki Üngör’ün batı marşları tarzındaki bestesi ile değiştirildi.

Udi Rıfat Bey adıyla da anılan Ali Rıfat Çağatay, Nerime Çağatay (Soley) in babası, şair ve dilci Samih Rıfat Horozcu’nun’in ağabeyi, şair Oktay Rıfat Horozcu'nun amcası, futbolcu Ali Cafer Çağatay’ın babasıdır. Ali Rifat Çağatay'ın diğer kardeşleri 1937 yılında Maarif Vekaletinde memurken ölen Muzaffer Rifat Bey ve Cevad Rifat Atilhan idi. Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

Cuma, 02 Haziran 2017 17:32

Aleko Bacanos

aleko bacanosAleko Bacanos, (d. 1888, Silivri - ö. 1950, İstanbul)

Rum kemençeci.

Lavtacı Lambo Efendi'nin oğlu, ut virtüözü ve besteci Yorgo Bacanos'un ağabeyidir. Kemençeci Anastas dayısı, Kemençeci Todori ve Kemençeci Sotori kuzenleridir.

Müziğe küçük yaşlarında keman çalarak başladı. Kemençe çalmaya daha sonra başladı. Çeşitli gazinolarda çalıştı, o yıllarda plak dolduran ses sanatçılarına eşlik etti. Paris, Berlin, Kahire gibi şehirlerde bulundu ve konserler verdi. Tipik bir piyasa kemençecisiydi. Bununla birlikte kemençeyi kendine özgü bir üslupla çaldı. Zamanında çok tutuldu ve plaklar doldurdu.

1915'te kanto ve şarkılardan meydana gelen Nevzad-ı Musiki adlı bir güfte dergisi yayımladı. Çeşitli makamlarda onüçe yakın bestesi vardır. Türk klasik müziğinin önemli isimlerinden olan Deniz Kızı Eftalya Hanım'ın sesinden etkilendiği için Gel Ey Denizin Nazlı Kızı Nuş-i Şarab Et adlı eseri bestelemiştir, bu eser Bacanos'un en çok bilinen eseridir.

Kemençeci Aleko Efendi 1950 yılında Türkuvaz Gazinosu'nda bir fasıl sırasında fenalaşarak öldü ve Kurtuluş'taki Aya Lefter Mezarlığı'na gömüldü.

Besteleri

Gel Ey Denizin Nazlı Kızı Nuş-i Şarab Et (acemaşiran)

Zevkim, Emelim Hep Sen ile Pür-emel Olsun (hüseyni)

Çeşmeye Giderken Sarışın Kız (hüseyni)

Hasretin Unutturdu Beni Bana (hüseyni)

Aşkın Beni Bak Gülme Ne Müşkillere Saldı (hüzzam)

Meftunun Olan Gönlümü Sevdalara Saldın (hüzzam)

Kuşe-i Nisyana Atdı Sevdiğim Yâd Etmiyor (hicaz)

Cana Tercih Eylemişken Şive-kârım Ben Seni (rast)

Öyle Bir Adet-i Yektay-ı Emelsin Meleğim (saba)

Aşk-ı Mes'udumuzu Halik-i Sevda Korusun (yegah)

Git Görmek İstemiyorum Demiştim Artık Seni (sultaniyegah)

Hüzzam Taksimi

Cuma, 02 Haziran 2017 17:29

Aka Gündüz Kutbay Neyzen

aka gündüz neyAka Gündüz Kutbay Neyzen (d. 17 Ağustos 1934 - ö. 27 Ağustos 1979 İstanbul) Neyzen.

Eyüp Ortaokulu'nu ikinci sınıfındayken terk etmiştir. Babası, okumayan oğlunu bir kundura atölyesinde iş hayatına vermiştir. Sanat yaşamına, bu dönemde, 1953 yılında Gavsi Baykara'nın aracılığıyla başlamıştır. Gavsi Baykara'nın başkanlığını yaptığı Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde 3 yıl Gavsi Baykara'dan ders almıştır. 1960 yılında, İstanbul Radyosu'nun yaptığı sınavı başarıyla kazanarak neyzen olarak atanmıştır. Daha sonra İstanbul Devlet Konservatuarı’nda hocalık görevinde de bulunmuştur. Bir neyzen için çok önemli bir nokta olan, Şeb-i Arûs Törenlerinde Neyzen başılık görevine Neyzen Halil Can'ın vefatından sonra layık görülür. Pek çok sanatçı ve grupla çeşitli organizasyon ve kayıtlarda bulunmuştur. Dem seslerdeki başarısı hâlâ herkesi hayran bırakan müzisyen 1979 senesinde, bir radyo programında, kayıt sırasında vefat etmiştir.

Cuma, 02 Haziran 2017 16:31

Ahmet Rasim

ahmed rasimAhmet Rasim, (d. 1864, İstanbul - ö. 21 Eylül 1932,

İstanbul) Türk yazar, gazeteci, tarihçi, milletvekili.

1864’te İstanbul'da Fatih’in Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Babası Menteşeoğulları'ndan Kıbrıslı Bahaeddin Efendi, annesi Nevbahar Hanım’dır. Babası kendisi doğmadan evvel ailesini terk ettiği için Nevbahar Hanım onu tek başına yetiştirdi. 1875 yılında başladığı Darüşşafaka'da edebiyatla tanıştı. Bu okulda bestekâr Mehmet Zekai Dede’den müzik dersleri de aldı. Kendi çabasıyla Fransızca öğrendi. Eğitimini 1883 yılında birincilikle bitirdi.

Okulu bitirdikten sonra diğer Darüşşafaka mezunları gibi Posta ve Telgraf Nezareti'nde memur oldu. Bu kurumda kısa bir süre kâtiplik yaptı. Memuriyet hayatının ilk aylarında Sadberk Hanım ile evlendi; 1902’de eşinin ölümüne kadar süren bu evlilikten dört oğlu, iki kızı oldu.

Memuriyet hayatını benimsemeyen ve hayatını yazar olarak kazanmak isteyen Ahmet Rasim’in ilk yazısı Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlandı. Bu, “Yolcu” başlıklı bir tercüme yazı idi. Ardından dönemin ünlü gazetecisi Baba Tahir vasıtasıyla Ceride-i Havadis’te fenni konularla ilgili yazı ve tercümeler yayımlamaya başladı. Bir süre Mekteb-i Behrami adlı okulda ve Komonto Musevi okulunda öğretmenlik yaptı. Ahmet Mithat’tan gördüğü teşvik sayesinde 1885’ten sonra kendisini tamamen gazeteciliğe verdi.

Yayın hayatına 1891’de başlayan Servet-i Fünun dergisinde fen konularındaki yazılarının yanında, tefrik halinde romanlarını da çıkarma imkanı buldu. Leyal-i Izdırap, Meşak-ı Hayat ve Afife burada yayınlandı. Ancak Servet-i Fünun yazarlarının genel edebi çizgisini benimsemedi. O, Ahmet Cevdet Paşa ve Ahmet Mithat Efendi’nin doğu ve batı edebiyatının olumlu yanlarını sentez haline getirmeyi amaçlayan edebi anlayışını benimsemişti[3]

1908’de Hüseyin Rahmi ile birlikte 37 sayı süren “Boşboğaz ile Güllâbi” adlı bir mizah gazetesi çıkaran Ahmet Rasim, gazeteciliği Malumat, Sabah, Sebat, Güneş, Maarif, Resimli Gazete, Mecmuai Ebüzziya, Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Resimli Ay, İkdam, Boşboğaz, Basiret, Tasvir-i Efkar, Vakit, Akşam, Cumhuriyet gazete ve dergilerindeki yazılarıyla sürdürdü Bunun yanında Gülşen, Sebât, Hamiyyet, Şafak, Servet, Tanîn, Envâr-ı Zekâ, Maarif, Resimli Gazete, Hazine-i Fünûn, Mektep, Pul, Fen ve Edep, İrtika, Surâ-yı Ümmet, Donanma, Resimli Kitap, Musavver, Muhit gibi dergilere gerçek adıyla, Hanımlara Mahsus Muallim Naci etkisinde yazdığı Malûmât’ta ise “Leyla Feride" adını kullanarak yazılar göndermistir

1898'de Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Suriye gezisi sırasında Malûmat gazetesi tarafından Suriye'ye, 1916'da da Sabah gazetesince harp muhabiri olarak Romanya cephesine gönderildi.

Bu arada okullar için yazdığı tarih, dil bilgisi, imlâ ve aritmetik gibi çeşitli konulardaki eser¬lerini kitap halinde bastırdı. Menâkıb-ı İslâm adlı kitabı dolayısıyla II. Abdülhamit'ten Mecîdî nişanı aldı. Şiir, hikâye ve roman alanlarında eserler verdiyse de onu günümüze ulaştıran "Şehir Mektupları", "Eşkâl-i Zaman", "Cidd-ü Mizah", "Gülüp Ağladıklarım" gibi inceleme, araştırma ve gözleme dayanan yazıları oldu.

Müzik alanında da eserler veren sanatçı, besteleri de kendisine ait olan pek çok şarkı sözü yazdı. Yakın dostu müzisyen Tatyos Efendi’nin bestelediği uşşak makamındaki “Bu akşam gün batarken / Sakın geç kalma, erken gel” dizeleri ile başlayan güftesi günümüze kadar gelen eserlerindendir.

1927'de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in referansıyla İstanbul milletvekili oldu[3] ve TBMM'nin üçüncü ve dördüncü dönemlerinde milletvekilliği yaptı. Ancak sağlık sorunları yüzünden meclis oturumlarına bile katılmadı. 1932'de Heybeliada'daki evinde hayatını yitirdi, Heybeliada’daki Abbaspaşa Mezarlığı’na gömüldü.

İstanbul Fatih Karagümrük'te 1938-1939 öğretim yılında kurulan Karagümrük Ortaokulu'nun adı 1965-1966'da Ahmet Rasim Ortaokulu olarak değiştirilmiştir. Okul 1988-1989'dan itibaren Ahmet Rasim Lisesi adını almıştır

Başlıca eserleri[değiştir Roman ve Hikâyeleri İlk Sevgi (1890)

Bir Sefilenin Evrak-ı Metrukesi (1891)

Güzel Eleni (1891)

Mesakk-ı Hayat (1891)

Leyâl-i Izdırap (1891)

Mehalik-i Hayat (1891)

Endişe-i Hayat (1891)

Meyl-i Dil (1891)

Tecârib-i Hayat (1891)

Afife (1892)

Mektep Arkadaşım (1893)

Tecrübesiz Aşk (1893)

Numune-i Hayal (1893)

Biçare Genç (1894)

Gam-ı Hicran (1896)

Sevda-yı Sermedî (1895)

Asker Oglu (1897)

Nâkâm (1897)

Ülfet (ikinci basılışı "Hamamcı Ülfet" adıyladır) (1898)

Belki Ben Aldanıyorum (1909)

İki Güzel Günahkâr (1922)

İki Günahsız Sevda (1923)

Hatıraları[değiştir Gecelerim (Daha sonra "Ömr-i Edebî III"’te yer almıstır) (1894)

Eski Maceralardan Fuhş-i Atik, 2 c. (1922)

Muharrir, Şair, Edip (1924)

Falaka (1927)

Mensur Şiirleri[değiştir O Çehre (1893)

Kitabe-i Gam, 3 c., (1897)

Fıkralar ve Makaleler[değiştir Külliyat-ı Say ü Tahrir: Makalât ve Musahabat, 2 c. (1909)

Külliyat-ı Say ü Tahrir: Menakıb-ı İslâm, 2 c. (1909-10)

Şehir Mektupları, 4 c. (1912-1913)

Tarih ve Muharrir (1913)

Cidd ü Mizah (1920)

Eşkâl-i Zaman (1918)

Gülüp Ağladıklarım (1924)

Muharrir Bu Ya (1926)

Tarihle İlgili Kitapları[değiştir Arapların Terakkiyat-ı Medeniyesi, 2 c. (1888)

Tarih-i Muhtasar-ı Beser (1887)

Eski Romalılar 3 c. (1887-1889)

Terakkiyat-ı İlmiye ve Medeniye (1887)

Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi, 4 c. (1910-1912)

İki Hatırat, Üç Şahsiyet (1916)

İstibdattan Hakimiyet-i Milliyeye, 2 c. (1924)

Cuma, 02 Haziran 2017 16:28

Ahmed Irsoy

ahmed irsoyAhmed Irsoy (1869 İstanbul /1903)

KLASÎK Türk mûsikîsinin en büyük mûsikîşinas ve en üstat bestekarlarından Hafız Mehmed Zekâî Dede ile eşi Fatma Hanım'ın iki evladından ikincisi olan Ahmed Efendi, 1869 yılında İstanbul'da Eyüp'de Cedîd Ali Paşa mahallesinde doğmuştur, (îlk evlat 1866 yılında doğmuş ve 37 yaşında iken 1903 yılında ölmüş olan Ayşe Sıdıka Hanım'dır.) Asıl adı Ahmed/ mahlası İlhâmi'dir. Eyüp'de La'lîzâde Abdülkadir Efendi iptidaî mektebim (ilk okul) bitir" di. Aynı zamanda babasından hıfza çalışarak (Hafız) oldu. Bu sırada 12 yaşlarında idi. Daha sonraları Kumbarhâne baş imamı Reisîü'l-Kurra Süleyman Efendi'den Kur'an'ın kıraat ilmi olan Seb'a-Aşere-Takrîb'den icazet almıştır, îcazeti aldığı zaman 17 yaşında olduğuna göre hocasına uzun zaman devam ettiği ortaya çıkar. Babasından Sülüs ve Nesih yazı şekillerim de öğrenmiş olan Ahmed Efendi, bir süre askerî rüşdiyeye de devam etmiş, sonra bu öğrenimim yarım bırakmıştır.1892 yıllarında Eyüp ders-i âmlarından (evvelce talebeye, medreseliye, herkese ders vermeye yetkili bulunan kimse, cami hocası) Hoca Raik Efendi den Îslam dininin ilimlerim ve bu arada da Arab dilini en iyi şekilde öğrenerek icazet almıştır.

Birçok okullarda mûsikî öğretmenliği yapmış olan Hafız Ahmed Efendi, Sultan Abdülaziz'in oğlu Şehzâde Seyfeddin Efendi'nin imamlığını yapar, ramazanda Şehzâdenin malikanesinde teravih namazı kıldırırdı. Sultan Vahideddin'in de baş mevlidhanı idi. Alh hafıza icazet vermiştir. Bunlardan Eyüp Camii baş imamı Hafız Ahmed 1978 yılında iken halen hayatta bulunuyordu. 25 Temmuz 1941'de Reisü'l-Kurra olan Zekâîzâde Ahmed Efendi, ölümüne kadar bu unvanın sahibi olmuştur.

Naciye hanımla evli idi. Bu evlilikten ikisi kız, biri erkek üç evlatları olmuştur. tik evlat küçük yaşlarında iken ölmüştür, ikinci evlat Fatma Misbah Hanım' dır. Erkek evlat ise, Abdülhalim Irsoy'dur. Hafız Ahmed Efendi, doğduğu mahallede, Cedîd Ali Paşa mahallesinde, mescidin yanındaki evde otururdu. Son derece zarif, haysiyetli, halis bir İstanbul beyefendisiydi. Ömrünün sonlarında kalbinden rahatsızdı. 13 Ağustos 1943 tarihinde Allah'ına kavuşmuş ve 14 Ağustos 1943'de Eyüp camiinde namazı kılınan cenazesi Eyüp-Gümüşsuyu'nda Kaşgarî tekkesi yakınında bulunan babasının mezarı yanma gömülmüştür. Ce- nazesi kalkacağı gün Belediye konservatuarında prova olması sebebiyle hocaya son görevlerim yapmak üzere sadece iki kişi, Sadi Işılay ve Artaki Candan, cenazeye katılmışlardır.

Mûsikîmizde önce babasının adı söylenerek Zekâîzâde Hafız Ahmed Efendi, diye anılan bu kudretli ve büyük mûsikîşinas daha küçük yaşlarında iken sesi gayet güzel ve fevkalade kabiliyetli olduğundan babası Zekâî Dede'den dinî ve din dışı klasik mûsikîmizin eserlerim meşketmeye başladı. Daha sonra Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede'den de ney meşketmiş ve Farsça dersleri almıştır. 24.11.1897 tarihinde babasının ölümü üzerine Bahariye Mevlevîhânesi kudümzenbaşılığı makamına getirildi. Aynı tarihte Darüşşafaka okulunda babasının yerine mûsikî öğretmenliği görevini üstlendi. Hafız Ahmed Efendi, kendisinden meşketmeye gelen neyzen Emin Efendi'den Hamparsum notasını öğrenmiş, bununla yetinmeyerek babasının öğrencisi ve kendisinin yakın arkadaşı olan Rauf Yekta Bey'den de batı notasını öğrenmiştir.

1914 yılında, İstanbul şehremanetine bağlı olan Darü'l-Bedayî mûsikî kısmına muallim-i evvel (baş muallim) olmuş, iki yıl sonra Darü'l-Bedayî'nin mûsikî bölümü kaldırılmış ve 1916'da Darü'l-Elhan kurularak buranın baş öğretmeni olarak görevlendirilmiştir. Bu kuruluş da, pek çok eserin orijinalitesi bozulmadan yaşatılmasına Ahmed Efendi'nin üstün gayretleri sebep olmuştur. Babasının Hammamîzâde İsmail Dede Efendi ve Dellâlzâde İsmail Efendi'den kendi eserlerim ve diğer birçok klasik eseri bizzat meşketmiş olması ve Hafız Ahmed Efendi'nin de bu eserleri hiçbir değişikliğe uğramadan babasından geçmiş olması sebebiyle eserler orijinal niteliklerim kaybetmemiştir. Dede, Dellâlzâde ve Zekâî Dede ile kendisinden sonra gelen jenerasyon arasında bu yönden çok önemli bir bağ olmuş ve hatta birçok eserin günümüze kadar bozulmadan gelmesini sağlamıştır. Darü'l-Elhan'dan bir süre sonra istifa eden Ahmed Efendi'nin istifasının ilginç bir hikayesi vardır:

Darü'l-Elhan'da Yegah faslı geçilir ve Dellâlzâde'nin: "Gönül ki aşk ile pür-sinede hazîne bulur" güfteli Zencir usulündeki bestesi meşkedilirken (Aşk ile) kelimelerinin melodi ile ifadesindeki (Fa) notası için reis Ziya Paşa (Eviç perdesidir), Hafız Ahmed Efendi ise (Acem perdecidir) diye ısrar etmişler; ancak Ziya Paşa'mn (Eviç perdesidir) diye diretmesi üzerine hoca, reise karşı gelmeyip 10 altın olan maaşını terk ederek istifa etmiştir. Kendisine soranlara istifa sebebini şöyle açıklamıştır:

"Bu eseri pederim, Dellâlzâde İsmail Efendi'den meşketmiştir. Ben de pederimden meşkettim. Peder merhum, besteyi meşkederken (Aman Hafız dikkat et! Vehleten Eviç gibi geliyorsa da Acem perdesidir) diye ikazda bulunmuştu. Ben bu perdeyi eviç okursam Dellâlzâde ile Zekâî Dene'n in rühlan muazzeb olur."

Bu olay Hafız Ahmed Efendi'nin mûsikîdeki titizliğine, şahsiyetine ve haysiyetine düşkünlüğüne en güzel delildir. Bir süre sonra Ziya Paşa reislikten ayrılınca hoca yeniden görevine dönmüştür. Darü'l-Elhan'ın İstanbul Belediye Konservatuarı'na dönüşmesiyle (Konservatuar Eski Eserleri Derleme Heyeti Üyesi) olarak görev almış ve bu görevi de l Mart 1937 tarihinde konservatuarın Türk mûsikîsi kısminin kapatılmasına kadar devam etmiştir. Konservatuardaki çalışma arkadaşları: Rauf Yekta Bey, Ali Rifat Çağatay, Ali Rifat Bey ölünce yerine Dr. Suphi Ezgi, Rauf Bey ölünce de yerine Mesut Cemil Bey olmuştur. Bugün klasik eserler konusunda başvuracağımız en önemli kaynaklardan biri olan ve önceleri Darü'l-Elhan Külliyatı diye yayınlanmaya başlayan, daha sonraları ise Konservatuar Klasikleri adı ile yayınlanmasına devam edilen 180 parça klasik mûsikî eserini Hafız Ahmed Efendi okumuş/ Rauf Yekta Bey ise notalarım yazmıştır. Aynı kuruluşun yayınladığı ilahîler - Bektaşî Nefesleri - Mevlevi Ayinleri (41 adet) - Zekâî Dede Külliyatı (bu eser de üç cilttir) - başta Hafız Ahmed Efendi olmak üzere yukarıda isimlerim saydığımız değerli mûsikîşinaslarımızın eserleridir.

Resmî görevleri dışında özel dersler de vermiştir. Sadrazam Said Halim Paşa'nın yalısına haftada iki gün giderek paşanın müezzini Hafız Kamil'e meşketmiştir. Ayrıca yetiştirdiği öğrencileri arasında: Tanburî Hafız Kemal Batanay, Dr. Osman şevki Uludağ, Dr. Rasim Ferid Bey, Tanburî Dürrü Turan, Mehmed Münir Kökten (ablası Ayşe Sıdıka hanımın oğludur), Münir Nureddin Selçuk, Sadeddin Heper, seçkin olanlarıdır.

Bestekarlığına gelince:

Babasının ayarında olmasa bile klasik Türk mûsikîsi ekolunun iyi bir temsilcisi olup 300 kadar eser vermiştir. Hafız Ahmed Efendi, ilk eserini Sultanîyegah makamında ve yürük semaî usulünde bir nakış bestelemekle vermiştir. Cüftesi:

" Ufk-ı emelim kapladı çoktan beri ülfet "

mısra'ı ile başlayan bu eseri babasına okumuş ve babası pek beğenip kendisine bir gümüş Mecidiye ödül vermiştir.

Bestelediği eserleri dinî ve din dışı olmak üzere iki türdür. Dinî eserleri 50 adet kadardır, ilahîleri (Tevşîh-Cumhurr-Şuğul-Tesbih)  gibi çeşitli şekillerdedir. Bütün bu ilahîler geleneğe uygun olarak bestelenmişlerdir. Ayrıca iki Mevlevî Ayîn'i vardır. Bayatîbuselik ve Müstear makamlarından bestelenmiş olan bu ayinler, ayîn formuna en uygun üslupta bestelenmiş çok güzel eserlerdir. Her iki ayînde de bazı özellikler vardır. Bayatîbuselik Ayîn'de: Bayatîbuselik, Buse- lik, Bayatî, Karcığar, Sabâbuselik, Acemkürdî, Acem, Gerdaniye makamları kullanılmış ve Karcığar makamı ile son bulmuştur. Müstear Ayîn-i şerîf ise: Üçüncü selamda Evsat usulü kullanılmıştır. Hemen belirtelim ki bu bir özelliktir. Zira, diğer Ayinlerin üçüncü selamlarında Devr-i Kebir ve Frenkçin usulleri kullanılması adet olmuştur. Sadece iki ayînde (Yenikapı Şeyhi Mehmed Celâleddîn Dede'nin Dügah ve Nayî Osman Dede'nin Hicaz ayînlerinde) Düyek, bir ayînde de (Hammamîzâde İsmail Dedenin Bestenigar ayininde) Darb isimli usuller kullanılmıştır.

Din dışı cscrlerine gelince: Sağlam teknikli, zarif, hisli, coşkun ve canlı eserlerdir. Klasik üslüpdan da hiç ayrılmamıştır.

Zekâîzâde Hafız Ahmed Efendi'nin ölmüş olan bazı eserleri yeniden hayata kavuşturmakla da Türk mûsikîsine büyük hizmetleri geçmiştir, işte bazı misaller:

Dede'nin Lenk Fahte usulündeki Şehnazbuselik Beste'si unutulmuş, dolayısıyla ölmüştür. Ahmed Efendi, bunu yeniden ve Dede'nin üslubuyla veya bu üsluba en yakın şekilde yeniden bestelemiş, ancak üzerine yine Dede'nin adım yazmıştır. Mushaf demek hatadır ol safha-i cemaîe. Yine Dede'nin: Gonca-i hurşidine şebnem kadar yar olmadık mısra'ı ile başlayan Hicaz Hümayun, Devr-i Revan Beste'si ve yine Dede'nin Hicaz Hümayun ağır semaîsi:

" Etmezem ikrar-ı aşkı saklarım canım gibi" 

eserler. Hafız Ahmed Efendi'nin bestelediği, önce de söylediğimiz gibi üzerine Dede'nin ismini yazıp, unutulmaktan, ölmekten kurtardığı eserlerdir.

Ahmed Efendi'nin bazı özelliklerinden de bahsetmek yerinde olur. Dinî mûsikîyi din dışı mûsikîden daha fazla önemsemiş, daima birinci planda tutmuştur. Bu konuda, son derece titizdi. Hayatında hiçbir zaman madde ile fazla uğraşmamıştır. Bu arada şunu da belirtelim ki: Kendisiyle aynı zamanda yaşamış bir başka Hafız Ahmed Efendi, vardır. Ancak buna "Gazelhan Hafız Ahmed" derlerdi. Plaklara bir hayli klasik eser ve gazeller okumuştur. Bazı kayıtlarda her iki Ahmed Efendi karıştırılmaktadır. Zekâîzâde'nin plaklara gazel okuduğu, klasik eser okuduğu gerçek değildir. Zekâîzâde Hafız Ahmed Efendi, mutlak kulak (oreille absolu) sahibi idi. Şehir hattı vapurlarının düdüklerinden tanır ve bunların öttükleri zamanda hangi akordda hangi perdeyi tuttuğunu söylerdi. Bu durumun çok kereler denendiğini ve her seferinde de diyapazon kadar net cevaplar alındığını Sadeddin Heper hocamdan dinlemiştim.

Cuma, 02 Haziran 2017 16:16

Ahmed Avni Konuk

ahmed avni konukAhmed Avni Konuk ( 1285 / 1868 )

1285/1868 İstanbul’da doğdu. İbtidâî mektebini bitirdikten sonra Galata Rüşdiyesi’ne girdi. Buradan Darüşşafaka’ya geçti. On yaşlarında iken önce babasını sonra annesini kaybetti. Darüşşafaka’dan mezun olduktan sonra cami derslerine devam ederek icazet aldı. Hıfzını ikmal etti. Bu arada Mevlevî Tarikatı’na intisab etti. Mürşidi Mesnevîhân Selânikli Es’ad Dede’den (ö. 1329/1911) Mesnevî okuyup icazet aldı. 1890 tarihinde posta memurluğuna tayin olundu. Bu sıralarda Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne’ye girdi. 1898’de birincilikle mezun oldu. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Posta Umum Müdür Muavinliği ve Hukuk Müşavirliği vazifelerinde bulunup, Mayıs 1933’te emekliye ayrıldı. Zekâi Dede’den musikî dersleri ladı. Nota bilmemekle beraber iyi bir hânende ve bestekâr idi. Eserleri bütün incelikleriyle hafızasında tutardı. Dilkeşîde ve Bend-i Hisâr isimli makamları tertip etti. 119 makam ihtiva eden Kâr-ı Nâtık’ı Türk musikîsinde en geniş bir örnektir. Üç mevlevî âyini bestelemiştir. Klasik Türk musikîsi güftelerini toplayan Hânende adlı geniş bir kitabını 28 yaşında yayınlamıştır. Tasavvufî eserleri arasında Mesnevî-i Şerîf şerhi, Fîhi Mâ Fîh Teremesi, Fusûsü’l-Hikem Terceme ve Şerhi, Tedbîrât-ı İlâhiyye Terceme ve Şerhi evvel emirde zikredilmelidir. 20 Mart 1938’de vefat etmiştir. Kabri Merkez Efendi Kabristanı’ndadır.

Pazartesi, 29 Mayıs 2017 16:22

Adnan Türköz

adnanturkozuAdnan Türköz ( D.1925 / Ö. 26.07.1982)

Adnan Türköz 1925'te Kayseri'nin Bünyan ilçesinde doğdu. 14 yaşındayken bağlama çalmaya başlayan sanatçı, bağlama çalmayı ustaları dinleyerek öğrenmiştir. 1950'de İstanbul'a gelen sanatçı 1952'de İstanbul Radyosu'na girmiş, daha sonra da İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Halk Müziği Topluluğu'na katılmıştır. Taşlama türünde mizahi türküleri olan Adnan Türköz, 26 Temmuz 1982'de vefat etti.

Çarşamba, 24 Mayıs 2017 17:47

Durmuş Çiğdem

Durmuş ÇiğdemDurmuş Çiğdem (15 Mart 1952 Antakya / 2 Aralık 2011 Antakya)

1952 yılında Antakya’da doğmuştur.

70'lerin sonundaki arabesk furyasinda ortaya cikmis, 80'lerin ortasina kadar bir dizi plak yapmis sarkici. En buyuk ününe Uzelli Kaset firması etiketi ile çıkardığı “Şiki Şiki Baba” albümü ile ulasmistır.

Yıllarca Avrupa’da yaşayan sanatçı, daha sonra Hatay’a yerleşmiş ve 2011 yılında hayata veda etmiştir.

Sayfa 30 / 36